Evli ve iki çocuk annesi Sevda Çelik’in hayat telaşı içerisinde yıllardır içinde sakladığı yaratma arzusu bir tesadüf sonucu ortaya çıktı. Yaklaşık 3 yıl önce bir arkadaşı Sevda Hanım’a bir patik getirip bunun minyatürünü yapmasını istedi. Tığ işiyle yaptığı bu minyatür patiği, minyatür bir çanta, etek, elbise izledi ve zamanla içindeki renklerin de yansımasıyla yüzlerce yılın modasını, minicik kıyafetlerde gerçekleştirdi.
Kendinizden biraz bahseder misiniz? Bu işe nasıl başladınız?
1960 doğumluyum. Aslen Ereğli’li değilim ama 27 yıldır Ereğli’de yaşıyorum, dolayısıyla Ereğlili olduğumu düşünüyorum. En güzel anıları burada biriktirdim. Eşim uzun yıllar burada devlet memuru olarak görev yaptı. Dolayısıyla bu şehir bana duygusal anlamda da çok şey kattı. Eskilerin bir tabiri vardır. Bir insanın doğduğu yer değil doyduğu yer memleketidir diye. Hakikaten seviyorsunuz seviliyorsunuz, gönül bağı oluşuyor. Kdz. Ereğli’de denizin ve yeşilin insanın ruhuna verdiği çok güzel bir haz oluşuyor. Ben uzun yıllar el sanatlarına ilgi gösterdim ve kurslara gittim. Geleneksel Türk kadınının yaptığı tüm el işlerini yaptım. Ama bir zaman geldi; belli bir gözlem ve birikimle bunun bir projeye dönüşmesini tasarladım, hani derler ya ‘bir kıvılcımla başladı’ diye. Minyatür Butiğin vücuda gelmesi de; bir arkadaş meclisinde küçük bir patiğin sipariş edilmesi ile oldu. Daha sonra kıyafetler çalışmaya başladım minik kostümler, küçük ayakkabılar, çantalar… Zamanla eksiklerimi görerek daha iyilerini yaptım ve bu iş beni sergi açmaya kadar götürdü. Şimdiye kadar 300’ün üzerinde ürün çalıştım. Bu hikayemi ulusal basında 3 kanalda çeşitli programlarda anlattım. Sonra basın biraz yer verdi. Ama bu projede beni en çok mutlu eden ve yüreklendiren ülkemizin kıymetli iş hanımefendisi Demet Sabancı Çetindoğan’ın benim bir ürünümü Fransa’ya Chanel’e hediye olarak götürmesi oldu.
Demet Hanım’a nasıl ulaştınız?
Kendisine çalışanları vasıtasıyla ulaşıp; bir kataloğumu ve bir ürünümü hediye olarak göndermiştim. Çok hoşuna gitmiş; benden Chanel defilesinden bir ürün minyatürü yapmam için sipariş verdi. Ve bunu Chanel’e hediye ettiler. O çalışma beni çok yüreklendirdi. Daha sonra Monaco’da yapılacak olan Cumhuriyet Balosu için benden bir konsept istedi. Cumhuriyet tarihinde ve Cumhuriyetten önceki son dönemlerde çok şeye tanıklık etmiş bir otel olan kendilerine ait İstanbul’daki Jumeirah Pera Palas otelindeki Atatürk’ün kaldığı 101 numaralı odayı ziyaret ettik. Atatürk’ün manevi kızı Nebile ile beraber yaptığı o meşhur dansın fotoğraflarını her yerde görürüz. Demet Hanım bu konsepti ve gelinliği istedi. Hazırladığımız minyatürü de Monako’daki Cumhuriyet Balosuna götürdüler. Tabii ki bu benim için onur verici bir deneyimdi.
İlk serginiz nasıl geçti, ikinci sergi için hazırlıklara başladınız mı?
İlk sergimin ismi ‘Hayallerim Askıda Kalmasın’dı. Gerçekten de öyle oldu… Çok uzun yıllar biriktirdiğim emeğimi görsele dönüştürmek beni çok mutlu etti. Mart 2015’te İstanbul’da Caddebostan Kültür Merkezinde açtığım sergi beklediğimden de fazla ilgi gördü. Ereğli’de de 3 günlük bir sergimiz oldu; sağ olsunlar dostlarım yalnız bırakmadılar. Bir sonraki adım olarak dönem modalarına geçmeyi düşündüm ve ikinci sergi için başlangıç noktam 1700’lerde Fransa ve Avrupa saraylarında giyilen kontes kıyafetleri. Biz Osmanlı’da mahrem olduğu için çok fazla kadın kıyafetlerini göremiyoruz ama muhtemelen Haremde de batı kökenli cariyeler olduğu için benzer kıyafet kültürünü Sarayda sürdürdüklerini düşünüyorum. Yeni sergide yıllar içinde değişen kadın modası işin içine gireceği için ben 1700’lerden alıp yüzer yıllık periyotlar halinde gelerek 1960’larda bırakacağım. Bu sergi çalışması için Nişantaşı Moda Akademisinde kütüphane arşiv taraması yapmam gerekti. Moda tarihine girince savaşın bile modayı etkilediğini gördüm. Mesela 1. Dünya Savaşından sonra insanlar daha serbest daha özgür giyimi tercih etmişler ve batıda modanın ikonları oluşmaya başlamış. Coco Chanel benim çok etkilendiğim ve tarzından çok feyz aldığım bir kadın. Hatta kendisi de şöyle demiş “moda geçer, stil kalır”. İstanbul’da açacağım 2. sergiden önce, 2017’de Zonguldak’ta 1. serginin devamı olacak bir çalışma da düşünüyoruz.
Bu minyatürleri sadece yaratması değil; araştırma aşaması da yoğun bir emek gibi görünüyor.
Evet o dönemi tam olarak hissetmek için yoğun araştırma gerekiyor. Mesela moda; 1700 -1800’lerde inanılmaz bir azap. O filmlerde sarayda gördüğümüz kontesleri, düşesleri 3 kişi giydiriyor, onların ızdırabını düşünemiyorum. Neden erkek kıyafetleri çalışmıyorsunuz diye soruyorlar. Bence kadın da, kadın kıyafetleri de daha estetik. Bir de gelecekteki projelerimden biri de dünya kadınlarını ele alan minyatürler de çıkarmak.
Sizce günün modası mı daha güzel yoksa eski dönemler mi?
Ben 1960’lara kadar kadınların çok şık ve özenli giyindiğini düşünüyorum. Çünkü o zaman terziler vardı bir kıyafet bir kişide olurdu. Kişiye özeldi kıyafetler. Kadınların şıklığı nasıl anlaşılırdı? Kendini, vücudunu tanıyan, renkleri yakalayabilen hanımlar düzgün seçimler yapar kendi sanatsal zevklerini de ortaya koyarlardı. Ama şimdi başkalarının seçimlerini biz giyiniyoruz. Tek tip oldu her şey.
Tüm minyatür tasarımlarınızı tığ işi mi yapıyorsunuz?
Benim yaptığım tığ örgüsüne farklı bir yorum katmaktı. Sadece iplik ve tığ ile çalışıyorum ve tığı çok iyi kullandığım için minyatür kıyafetlerimi bu şekilde oluşturmaya başladım; ama ördükten sonra parçaları birleştirmek için dikiş tekniklerini de kullanıyorum. Ayakkabı, çanta, şapka gibi tüm aksesuarları da elimden geldiğince yine tığ ile çalışıyorum. Ama bazen düğme, tüy gibi farklı parçalarla da ürünümü zenginleştiriyorum.
Bir ürünün çıkması ne kadar sürüyor?
Aksesuarları ile birlikte bir haftada bitirdiklerim de oluyor, işin zorluğuna göre 15-20 günde biten de oldu.
Dünya’da bu işi yapan var mı?
Ben de elimden geldiğince internetten araştırıyorum ve bu vesileyle benim internette buluştuğum çok zengin bir dünya da oldu; bana ulaşanlar da oldu. Minyatür dediğimiz dünya çok zengin ve minyatürle uğraşan insanların da aslında gerçek mutluluğu yakaladığını düşünüyorum. Çünkü küçük şeylerle mutlu olmasını bilmek aslında bir felsefi bakış açısı. İnternette daha çok oyuncak bebeklere çalışılmış kıyafetler paylaşılıyor. Bense hiçbir zaman böyle düşünmedim; minyatür kıyafetlerimi askıda tuttum. Amacım kıyafetin büyüsünü bakan kişinin hayal gücüne bırakmaktı; soyut düşünmesiydi. O dönemi annesinin kıyafeti ile karşılaştırabilsin. Onun için benimki bir bebek kıyafeti çalışması değil.
Gördüğümüz kadarıyla bu işlediğiniz sanat eserlerinin sunumu da ayrı bir özenle düşünülmüş…
Beni en çok zorlayan konulardan biri de bu oldu. Sunum için ahşap askısını, cam çerçeve veya fanusunu bulmak için ilk başlarda İstanbul’da çok koşuşturdum. Ama yine Ereğli’de bu işi çözdük. Zafer Ustayla çalıştım. Onun sayesinde askıları yaptık. Camları da dışarıdan getirtip Ereğli’de ki bir ustamıza emanet ettik.
En büyük hayaliniz nedir?
Benim en büyük amacım bu emeklerimin sosyal fayda yaratacak çalışmalar kapsamında kendine bir yer bulması. Örneğin eğitime katkı sağlayacak bir projede yer alması olabilir. Bir de ben bunu yurt dışında da anlatmak isterim. Çünkü Türkiye’de de kadınlar çok güzel şeyler yapıyor. Ama yeteri kadar değerlendirilip tanıtılamıyor. En basitinden Brüksel’in Brugge kentinde kadınların işlediği el emeği danteller o kadar kıymetli ki; çok önemli bir turizm destinasyonu haline getirilmiş. Bizde de binlerce kadının elinden el emeği göz nuru, o kadar güzel işler çıkıyor ki; bazen dantelleri elime almaya çekiniyorum zarar veririm diye… Şimdi ben hem maddi hem manevi çok emek verdim. Çok zorlandım bu işi bu aşamaya getirirken. Herkes benim kadar şanslı olmayabilir. Ülkemizdeki kadınlar çok güzel şeyler üretiyorlar ama gün yüzüne çıkmıyor, bunların desteklenmesi ve değerlendirilmesi de hayallerimin arasında.
Sunay Akın, Caddebostan’daki sergime gelmişti. Minyatürlerimi çok beğendi. Ben de Oyuncak Müzesinde sergilenmek üzere 30 parçalık bir koleksiyon bağışladım.
Bu işle ilgili keyif aldığınız başka yaşanmışlıklar oldu mu?
Sunay Akın, Caddebostan’daki sergime gelmişti. Minyatürlerimi çok beğendi. Ben de Oyuncak Müzesinde sergilenmek üzere 30 parçalık bir koleksiyon bağışladım. Yine İstanbul’daki sergime yaşlıca ama bakımlı ve şık bir hanımefendi gelmişti. Sergiyi gezerken sohbet ettik; ‘Evet’ dedi ‘Kimsenin hayalleri askıda kalmasın’. Hem ağlıyor, hem izliyor. O beni çok duygulandırmıştı. Belki de o kıyafetlerde kendi gençliğine dönmüştü. Hatta bazıları ‘Ben bu kıyafeti giyinmiştim, benim kürklü mantomdan’ diyor. Minyatür Butiğimin insanlara dokunması çok hoşuma gidiyor. Bir defasında da evlilik teklifi için bir gelinlik çalıştım. Daha önce sergiye gelen bir hanım İstanbul’da kuyumculuk yapan oğlu için düşünmüş. Çok güzel bir gelinlik çalıştık; kesesine de yüzüğü yerleştirdik. Gelinliği de ahşap tabanlı cam fanusun içine yerleştirip tüllerle süsleyip teslim ettim. Bu da güzel bir tecrübeydi benim için…