Bayanlar Baylar, Fırsat nasıl kaçar? Yakalamak istiyorsak önce nasıl kaçtığına bakmak lazım… Harry Potter’ı tanımayan var mı? Dünyanın gelmiş geçmiş en çok satan kitap serisi. 73 lisana çevrilmiş ve yazarı dünya çapında ünlü. 1990’ların başına gelirsek; J.K. Rowling, işsizlik maaşıyla geçinirken Edinburgh’de bir kafede yazıyor serinin ilk kitabını. Kitabı bitirince yayınevine götürüyor. Yayınevi kitabı okuyor, bundan bir şey olmaz diye geri veriyor. Fırsat kaçıyor! İkinci, üçüncü yayınevinden de aynı cevabı alıyor. 4,5,6,7,8,9,10,11… 12 kere reddediliyor Harry Potter. Düşünün: Bu işin uzmanı 12 yayınevi ayaklarına gelen bu fırsatı elinin tersiyle itiyor. 13.sü evine götürüyor kitabı. Evde küçük kızı okuyor, kitabın devamını soruyor. O küçük kızın hatırına sadece 1000 adet basıyor 13. yayınevi. Ve kazanıyor. Oradan efsane oluyor kitap ve yazarı…
Dünyanın başka bir ucunda iki tane doktora öğrencisi Sergey Brin ve Larry Page bir proje üzerinde çalışıyorlar. Çok basit bir sayfa yapıyorlar, bir arama motoru.
Adına da ‘google’ diyorlar. Dünyanın en başarılı şirketlerinden biri; ülke gibi ve şu an değeri 400 milyar dolar. Bu işin başlangıcına gidelim. Harry Potter reddedildiği sıralarda bu iki genç de bu fikri 1 milyon dolara satmak istiyor. O dönemde etrafta arama motoru olarak kim var? O zamanın 1 numaralı arama motoru Alta Vista. Bu ismi şu an hatırlayan yok sanırım. Alta Vista kendini batıracak olan bu projeye bakıyor ve kalsın diyor. Netscape, Excite hepsi Google’ı reddediyor. Google oradan patlıyor. Diğerleri zamanla yok oluyor. Peki buradaki asıl ders ne? En büyük fırsatı neredeyse kim kaçırıyor? Google! Kendi değerini bilemeyerek, kendi başarısını tahmin edemeyerek… Bunun gibi çok örnek var. Penicilin mesela. Alexander Fleming kazara buluyor. Evinizde kullandığınız bilgisayar. Mouse’lu, klavyeli, ikonlu… İlk kim yapmış bunu? Bill Gates veya Steve Jobs değil. Xerox buluyor bunu 80’lerin başında. Bakıyor, bundan bir şey olmaz ben fotokopi çekeceğim diyor:) O sırada oradan Steve Jobs geçiyor ve bu fırsatı değerlendiriyor. Ve şu an dünyanın en değerli şirketi Apple.
Peki bana söyler misiniz bundan sonra ülkeyi, dünyayı değiştirecek olan fikir, fırsat, teknoloji, altyapı, kitap hangisi? Bulursanız tarihe geçeceğiz, zengin olacağız. Evet, bilmiyoruz. İşin çok daha korkunç tarafı; o her ne ise, şu an o konunun üzerinde çalışanlar da bunu bilmiyor. Hiçbir fikrimiz yok. Bahsettiğim tüm bu büyük fırsatları onları yaratanlar da bilemiyor. Tahmin edebilirmişiz gibi geliyor ama o an bunun imkanı yok. Uzmanlık işte böyle garip bir şeye dönüştü. Bunu Nicholas Taleb diye bir istatistikçi yazar kuğular üzerinden anlatıyor. Diyor ki; bir milyon tane kuğu görün, hepsi bembeyaz olsun. Bir sonraki kuğunun nasıl olacağını tahmin edemezsiniz. Siyah bir kuğu olabilir. Kuğu bile şaşırır ben nasıl siyah oldum diye:) Bu teorinin adı Siyah Kuğu Teorisi. İşte böyle bir dünyada başınıza gelebilecek belki de en kötü şey bir ülkenin, bir şirketin, bir insanın yapabileceği belki de en kötü hata; fırsat körlüğü. Karşımıza çıkan fırsatları sistematik olarak devamlı kaçırmak. Bu nasıl önlenir? Fırsatları nasıl yakalarız? Ben size 3 tane strateji önereceğim.
İlk strateji ‘keşke, ah ya, tüh be’ dememek. Kaçan fırsatların arkasından ağlamayın. Çıkın oradan; çünkü o sırada bir sürü başka fırsatları daha kaçırıyorsunuz. Bu arada bunalıma girmeyelim demiyorum. Ama hobi olarak girelim, çıkalım. 3 gün ağlayalım, dördüncü gün onu geçmişte bırakıp yeniden başlayalım. İkinci strateji:Çok denemek. Edison takımı ile beraber yaklaşık 6000 materyal deneyerek istedikleri ampülü bulmuşlardır. Adamlar 5999 kere başarısız olmuşlardır. Harry Potter 12 kere reddedilmişti. Ben, 2 kere 3 kere reddedilirim. Dördüncüyü denemem. İyi günler o zaman. Dünya şu an öyle değil. Ne yazık ki bizim eğitim sistemimiz de, iş yapış şeklimiz de bunun gerisinde kalmıştır. Mesela başarısızlık yerin dibine batırılır. Hata yapmak kabul edilemez. Biz ne zaman özgeçmişimizde başarısızlıklarımızı başarılarımızın üzerine yazmaya başlayacağız, o zaman fırsatları beklenmedik şekilde yakalamaya başlayacağız. Aynı ters mantık şurada da var: Biz insanlara zeki, yetenekli deriz. O zaman ne oluyor? Bu zeki ve yetenekli insanlar başarısız olma korkusuyla hata yapmaktan korktukları için denememeye başlıyorlar. Bu dünyada büyük hata…O zaman fırsatlar kaçıyor.
Biz ne zaman özgeçmişimizde başarısızlıklarımızı başarılarımızın üzerine yazmaya başlayacağız, o zaman fırsatları beklenmedik şekilde yakalamaya başlayacağız.
Üçüncü strateji ise en zoru: ve belki de kimse bahsetmediği için aralarında en büyük farkı yaratacak olanı. Soru şu: İnsanlar gözünün önündeki fırsatları kaçırıyor olabilir mi? Bunun üzerine bir deney var. İngiliz Psikolog Richard Wiseman diyor ki; dünyada iki tip adam vardır. Birincisinde fırsatlar insanların ayağına gelir, şanslıdırlar, işleri rast gider. Biz onlara ballı deriz. Diğer tip insanların ise işleri hep kötü gider, hep sıkıntılıdır, şanssızdır, bahtsız deriz. Psikolog bu iki tip insanı yani kendilerine şanssız diyen ve şanslı diyen iki tip insanı bir odaya koyuyor ve kendilerine bir gazete veriyor. ‘Bana lütfen gazetedeki resimleri sayar mısınız?’ diyor. Eğer doğru sayarsanız size 50 lira vereceğim. Her iki tip de başlıyor saymaya. Ama işin içerisinde bir bit yeniği var. İç sayfalardan birinde kocaman bir ilan var büyük puntolu ve resimsiz. İlanda şu yazıyor: ‘Şimdi saymayı bırakın çünkü 43 tane fotoğraf var gazetede. Ve bu ilanı gördüğünüzü gözetmene söylerseniz 500 lira alacaksınız. Bu fırsatı iki gruptan hangisinin daha çok gördüğünü tahmin edebilir misiniz? Evet kendine şanslı diyen gruptakiler! Niye? Çünkü ballı onlar:) Ne yazık ki insanın beyni böyle çalışıyor. Bizim etrafımızı görememek gibi, odaklandığımız yerin etrafını algılayamamak gibi bir durumumuz da var. Yani daha şanslı olmak mümkün. İkisi de aynı şekilde başlıyor. Tünele giriyorlar, sayıyorlar. Bahtsızlar endişeli bir şekilde saymaya devam ediyor. Bitiriyorlar ve 50 lirayı alıp gidiyorlar. Ballılar ise sayıyor ve sayarken ‘yeter ya’ deyip o tünelden çıkıyorlar. Biraz görevlerinin ötesine geçiyorlar ve gazeteyi okumaya başlıyorlar. Odaklarını dağıtıyorlar ve 500 lirayı alıp çıkıyorlar. Dünya o kadar karışık ki, o tünele girince etrafımızda kaçan fırsatları görmüyoruz. O yüzden üçüncü ve en önemli strateji biraz odağı dağıtmak, etrafı incelemek, farklı yerlerden beyni besleyebilmek. Farklı noktaları görüp onları birleştirebilmek. Biz çocuklara ne diyoruz: ‘Evladım sen gel otur sabahtan akşama test yap, dışarı çıkma.’ İş yerlerinde de aynı şekilde; ‘Hanımefendi gelin buyurun bizim istediğimiz şekilde, bizim istediğimiz yerde işinizi yapın, sosyal medya yasak.’ Böyle bir dünya şu an yok. Bu sistemler de değişecek ama yavaş değişiyor. Biz ne yapabiliriz; soru bu! HOBİ. Bu bir taktik. Hobiler sizi beklenmedik problemlerle, beklenmedik insanlarla, beklenmedik yerlerle tanıştıracak, içeriden ateşlediğiniz severek yaptığınız bir hobi. Bizde Türkçe’de böyle. Hobi olarak yapıyorum ‘Yapmıyorum’ demek. Basit görmek. Yazık oluyor. Nasıl yazık oluyor?
Clarice Crosby. 1900’lerin başında yaşamış Amerikalı bir yazar. Hobisi dans etmek. Ama o sırada herkes korse takıyor ve korseden nefret ediyor, rahatsız bir şey çünkü, rahat dans edemiyor. Bir gün kafasına takıyor, ben bir şey yapacağım buna diyor ve bir şeyler dikiyor. Hani o kimsenin görmediği şeyi görüyor, noktaları birleştiriyor ve tek çözümü korse olan kadına ilk modern sütyeni yaratıp 1914’te patentini alıyor.
1940’larda George de Mestral, İsviçreli bir mühendis. Hobisi köpeği ile dağlarda ovalarda dolaşmak. Ama bir sorunu var. En gıcık olduğu şey; eve döndükten sonra köpeğinin tüylerindeki bacaklarındaki o otları, tohumları ayıklamak. Merak ediyor aynı zamanda. Bu yapışkan değil, manyetik değil, nedir bunun işi? Laboratuvarına mikroskobun altına bakıyor ve bunun üzerine kafa yorup ‘Cırt cırt’ı buluyor adam. Cırt cırt deyip geçmeyin, uzaya gidiyor adam bu fikriyle. Nasa’nın en çok kullandığı malzemelerden biri şu an bu. İşte fırsat böyle çalışıyor. 90’larda Amerika’da iki tane doktora öğrencisi dijital bir kütüphanede bilgi ve kitap aramaya yönelik bir program yazıyorlar. İşte ilk başta bahsettiğimiz GOOGLE. Ve de google gibi şirketler belki kendilerini tahmin edememenin getirdiği erdemle çalışanlarına boşluklar bırakıyorlar. Diyorlar ki; gelin, kaybetme korkusu olmadan deneyin, icat çıkarın, uğraşın ve sonunda çıkan icatlardan bazıları gmail, gtalk, Adsense, drive. Sonunda yine kazanan google oluyor.
Bütün bu anlattığım hikaye aslında bir analoji olarak biraz hayatınızın aşkını bulmaya benziyor. Hayatının aşkını bulmuş olanlar beni anlayacaktır. Çünkü bulduğunuz andan sonra hayatınız nasıl değişiyor. Peki onu bulmadan önce nerede nasıl ne zaman bulacağınızı tahmin edebiliyor muydunuz? Hayır. O yüzden bu anlattığım stratejiler hali hazırda hayatının aşkını arayanlar için de geçerli. Ama buna bir fikir ve fırsat olarak baktığımızda şu an bunu izleyenler arasından dünya çapında ülke çapında, en azından kişisel bazda hiç beklemediğiniz korkunç büyük bir fırsat bir siyah kuğu çıkmaması için en ufak bir sebep yok.
Yeter ki bunalıma girip geçmişlerde takılı kalmayalım.
Yeter ki başarısız olma korkusuyla denemekten vazgeçmeyelim.
Yeter ki odağımızı, dikkatimizi dağıtıp biraz farklı noktaları kimsenin görmediği yerleri görelim…