Kastamonu Göl Köy Enstitülerinin ilk mezunlarından DeÄŸerli Öğretmen Süleyman Can ile sohbet ederken vatan sevgisinden gerçek aÅŸka, doÄŸaya saygıdan insanı sevmenin önemine kadar bir çok konuda bir sürü ÅŸey öğreniyorsunuz. Süleyman Hoca 91 yaşında ve hala öğretmeye devam ediyor…
Değerli hocam sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Ben 1926 doğumluyum. Dedem Ordu’dan Gümeli’nin Karakavuz köyüne gelmiş, babam burada doğmuş. Ben de 7 aylıkken Karakavuz’da dünyaya gelmişim, o günün şartlarında nasıl yaşamışım bilmem… Evvelden Karakavuz’da okul değil patika yol bile yoktu. Birinci sınıfı Gümeli’de okudum. O okulu da 1928 yılında rahmetli hanımın cami hocası olan babası Molla Süleyman yaptırmış. Gümeli’deki okul, Kdz.Ereğli merkezde Bozhane okulu ile aynı tarihlerde kurulmuş.
Okul hayatınız nasıl devam etti?
İlkokul birinci sınıfı Gümeli’de, kalanını da Ormanlı’da okudum. 1938’de ilkokuldan mezun oldum, bir sene fırıncılık yaptım. 1939’da Köy Enstitülerinden talep gelmiş; biz Ormanlı ilkokulundan mezun 10 çocuk sınava girdik, kader benden yanaymış. Tüm Ereğli’de Kastamonu Köy Enstitüsüne ilk giden çocuk ben oldum.
Kastamonu Köy Enstitüsünde ne ile karşılaştınız?
Oraya ilk gittiğimde 3-4 tane yıkık dökük bina vardı ve biz 1000 çocuktuk. Bir kısmımız çadırda kalıyordu, çadırda ders yapıyorduk. 5 sene sonra oradan ayrılırken 30’un üstünde bina bıraktık. Talebenin kendi emeği, göz nuru olan o binalara sıfırdan başlayarak 5 senede çiçek gibi bir okul kompleksi yaptık. Kazma, kürek ve tırka ile o boş araziyi bir kültür merkezi durumuna getirdik. 5 senede mezun olduk ama bu beş sene içerisinde sürekli ders halindeydik, yılda bir ay iznimiz vardı. 11 ay boyunca tedrisat devam ederdi. Tedrisat neydi derseniz; sabahtan kalkardık jimnastik, ondan sonra her sabah öğlene kadar 6 saat kültür dersi vardı. Kültür dersinde yabancı dil olarak Fransızca bile öğrenmiştik. Karma eğitim görüyorduk. Öğleden sonra biz inşaat veya ziraat dersi görürken kızlar da dikiş nakış gibi dersler görürdü. Bu arada önemli bir şey anlatmak isterim ki şimdiki öğrenciler bir kıyaslama yapsın… Öğretmen bizi derste kaldırıp soru sorduğu zaman bilmemek ne demek? Kızlardan utandığımız için ders sırasında öğretmenin sorusunu doğru yanıtlamak amacıyla hiç durmadan çalışırdık. Kızlar da aynı şekilde… Akşamları lüküs ışığında ders çalışırdık. ‘Pat’ diye patladı mı, bitti… Ertesi gün sınıfta utanmamak için yer gök ışırken kalkıp derse çalıştığımı bilirim… Stajımızı da okurken köy okullarında yaptık. Köye gitmezden evvel parmak kaldırdım, aslen çok önemli bir hukukçu olan Müdürümüz Ali Doğan Turan’a; ‘Bizim sırtımızda, cebimizde yok, şimdi köye gidiyoruz, mecbursunuz bir şeyler yapmaya diyorsunuz, biz ne yapabiliriz ki?’ dedim. Küplere bindi, bana bir bağırdı; ‘Sen bu okulun en iyi talebesisin, senden de mi bu söz gelecekti. Git, teker teker okullarınızı teftiş edeceğim, ilk sırada da sen varsın.’ dedi. Biz belayı satın aldık:) Daha sonra köye staja gittim ve tarumar bir okulla karşılaştım. İlk önce ders araç-gereçlerini tamir ettim. Ondan sonra okulu kireç badana yaptık, temizledik. Köylülerin de yardımıyla okulun önüne 50 metre, köyün içerisine 300 metre stabilize yol yaptık. Tuvaletin yerini değiştirdik. Okulun bahçesini tanzim ettik. Hülasa bir okul yaptık. 35 gün sonra müdürüm geldi ve ne yaptıysam tek tek anlattırdı bana. Yıllar sonra Ankara’da müdürümü görmeye gittiğimde unutmamış, bana ‘Süleyman, hatırlar mısın o köy okulunda neler neler başarmıştın’ demişti. Bu benim için büyük bir hatıradır.
Okul bitince ne yaptınız?
5 yıl okuduktan sonra 1944 yılında mezun oldum; 6 ay kursa tabi olduktan sonra kendi köyüme, Karakavuz’a öğretmen olarak geldim. Bu benim köyüm ama bu benim kafam deÄŸil. Köyde deÄŸiÅŸen bir ÅŸey yok lakin ben deÄŸiÅŸmiÅŸim ve o yokluÄŸu görebiliyorum artık. 1 kilo tuz iki kuruÅŸ. O iki kuruÅŸ ise halkta yok. Köylü kışın turÅŸu suyunu dökmüyor baharda onunla hamur yoÄŸuruyor. Ãœst baÅŸ, kılık kıyafet, köpeklere ziyafet… Yeme, içme yokluk içinde idare ediliyor. Osmanlı torunuyuz diyorlar ya ÅŸimdi. O zamanki Osmanlı bu iÅŸte… Köye geldim, etrafımda 60 çocuk. Korktum, ben ne yapacağım ÅŸimdi diye. Temizlik yapıyoruz, çocuklarda her ÅŸey var. Onları temizlemekle köyü temizledim. Okul da yok bu arada… Benim kayınbiraderin 20 çocuk alan küçük bir odası vardı. Orada tedrisata baÅŸladım. 40 çocuk dışarıda kalıyor, 20’şer 20’şer alıp eÄŸitiyorum onları. Tahtayı da kendim yaptım. O tahta yetmedi yine birinin harmanını çocuklarla düzledik. Ellerine birer çomak verdim, onlarla harfleri yazıp yazıp düzlüyorduk. Artık tahta bollaÅŸtı; koca bir harman… Cumhuriyet bayramında harmandaki taÅŸa ‘Cumhuriyet bayramı geldi’ yazdım. Köy enstitülerinde ne varsa öğrendiÄŸim; hem çocuklara hem köydekilere öğretmeye çalıştım. Daha sonra okul yapıldı ama araç-gereç, tek bir harita bile yok okulda. Ben üç harf bilirim. Y.O.K. Bana göre ise siz üç harf bilirsiniz V.A.R. Aramızdaki fark bu. EreÄŸli’ye çarşıya geldikçe okullara uÄŸradım ve artık, yırtık eski eÅŸyalarını istedim, onarıp kullandık. Mevsim gelip karlar yağınca okulu köyün en yüksek yerine yaptıkları için ne zorluklar çektik. Daha sonra okulu aÅŸağıya taşıdılar ama ben o çocuklarla çektiÄŸim cefayı bilirim. Yuvarlak demir parçalarını sobanın üstüne koyup ısıtır, sırayla çocukların ellerine verip ellerini ısıtarak yazı yazdırırdım. Bir gün bir müfettiÅŸ geldi, ÅŸu noksan bu noksan diyor bana. Benim tepem attı. ‘Bey, sen neden bahsediyorsun, sen kimsin!’ dedim. ‘Şu yok bu yok diyor, bana gelirken bir kitap, dergi, bir harita mı getirdin? Benim için ne yazarsan yaz.’ dedim.
Okuma yazma dışında köyünüzde yarattığınız farklar nelerdi?
Ben köye geldiğimde lahanayı bile başka köyden alıyorlardı. Köyde fındık yetiştirmeye başladım -bizim köyde o zaman fındık yok- bana gülüyorlar; Ahmet’in oğlu gelmiş de Mehmet’in oğluna akıl öğretiyor diye dalga geçiyorlardı. Benim fındıklar cıngıl cıngıl vermeye başladığı zaman gözleri ayrıldı. Tarhlar yaptım, tüm sebzeleri yetiştirdim, suladım. Köyde başladı bir hareketlenme… Onlar da yapmaya başladı. Köyde bir tarım hamlesi ve aydınlanma yaşandı. Ben köyden ayrıldıktan sonra da yıllarca köyüme gazete-dergi gönderdim.
Bu arada 5 ay önce kaybettiğiniz değerli eşiniz Raziye Hanım’la evliliğinizi de merak ediyoruz.
Evladım ben 19 yaşında evlendim ve 72 sene evli kaldım, bu da kolay eriÅŸilmeyecek bir olaydır ama bu kadar yıl nasıl geçti derseniz; gözümü yumdum, bir açtım ki 72 sene olmuÅŸ. EÅŸimi kaybedince sanki kolumdan 18 yaşında gelin gitmiÅŸ gibi dokundu bana. Anılar kıyamet gibi birikti, o yüzden kaybı daha da zor oluyor. BaÅŸa dönersek; biz Ormanlı okulunda beraber okuduk ve okul bitince ben Kastamonu’ da Köy Enstitüsüne gittim. Bu arada yörenin en zengin adamlarından biri, oÄŸluna Raziye’yi almak istemiÅŸ. Rahmetli babam Ali Pehlivan ve Raziye’nin babası Molla Süleyman’da Ormanlıcuma’nın kalburüstü adamlarıydı. Sohbet sırasında bu konu meydana çıkıyor. Babam ‘ben oÄŸluma alacağım kızı’ diyor, KastellioÄŸlu ise ÅŸu oturduÄŸumuz binayı oÄŸlumla Raziye’ye vereceÄŸim diyor. Bunun üzerine babam; ‘Kız burada, kendi karar versin, çağıralım kimin elini öperse ona gelin gitsin’ diyor. Raziye, daha önce EreÄŸli’ye gelmiÅŸ, sokaklarda gezerken tüllü perdeli pencereler, döşeli evler görmüş, çok özenmiÅŸ. ‘Acaba ben bir gün gelin olunca böyle bir evim olur mu?’ diye düşünen 16 yaÅŸlarında bir genç kız… Konuyu kıza açıkça söylüyorlar. Köyün aÄŸası bu binayı gelin yapınca sana verecek, ama Süleyman’ın babası Ali Pehlivan da seni oÄŸluna istiyor. Kararı sen ver, hangisine gelin gitmek istiyorsan odaya girince onun elini öp’ diyorlar. Kız geliyor babamın elini öpüyor. ‘Ben ne yapayım malı mülkü, ben öğretmen hanımı olmak istiyorum’ diye düşünüyor. Ben köye her izinli geldiÄŸimde babam bir davet verirdi. Okulu bitirmeme iki sene kala yine bir izne geldiÄŸimde, Raziye babamın verdiÄŸi davet için bize gelmiÅŸ. Büyük yengeme demiÅŸ ki; ‘Ben onun babasının elini öptüm ama o hangi havada çalıyor acaba?’ Ben bunu duyunca ÅŸaşırdım, bir kızı bekletmiÅŸim demek ki diye düşündüm. Hemen yan odaya geçtim. Gittim yanına… Ve o anı size tarif edemem. Kucakladım. ‘Benim okulu bitirmeme iki sene var, nasıl yapacağız’ dedim. ‘Sen neden bahsediyorsun, iki sene nedir ki, ben seni on sene de beklerim.’ dedi. O zaman her ÅŸey deÄŸiÅŸti. Ertesi gün abimle Kastamonu’ya doÄŸru yola koyulduÄŸumda köy çıkışında birden önüme çıktı. Dünyam deÄŸiÅŸti, on dakikalık yolu biz iki buçuk saatte gittik… (Sohbetimizin bu bölümü Süleyman Hocamız için olduÄŸu gibi bizim için de duygu yüklü geçti. GözyaÅŸlarına hakim olmak için verdiÄŸi mücadele, 72 yıldır taptaze kalan bu aÅŸkı hepimizin en saf haliyle hissetmesine sebep oldu.) Her ÅŸeyi unuttum ama bu dakikaları unutamadım. O zamanki duyguları ÅŸimdi yaşıyorum. Kastamonu’ya gittiÄŸimde de bana hep mektuplar yazdı. En sonunda okulu bitirip geldim. Param da yok ama 1945 yılının 6 Mayısında Hıdırellez günü evlendik. 27 yaşında ise 3 çocuÄŸum varken askere gittim.
Askerden dönünce ne yaptınız?
Askerden dönünce önce Yaraşlı köyünde, daha sonra 1954 yılında Gülüç’te görev yaptım. Evveliyatında Gülüç’te bir tekke, bir de cami varmış. 1930’lu yıllarda köylü tekkeyi cami yapmış, camiyi ise okul yapmış. İlk geldiğimde camide tedrisata başladım. O sırada köyün düzlük meydanına yeni bir cami yapımına başladılar. Köylüyle anlaştım; ‘Ben size caminizi vereyim, bu yeni yapılan binayı da okul yapalım.’ dedim. Kaymakama geldim, durumu anlattım. Kaymakam ‘70.000 liranız var mı?’ dedi. ‘Beyefendi’ dedim, ‘Milli Varlığın benim köylümün parasına mı ihtiyacı var?’ Nitekim kaymakama kabul ettiremedim. Köye dönünce halkı topladım. ‘Ben sizin caminizi vereceğim ama siz de bana yeni yapılan binayı verin ki sizin çocuklarınızı hak ettiği gibi bir yerde okutalım. Ama Kaymakama sizden bir şikayet giderse beni dünyanın öbür ucuna sürerler’ dedim. Köylü kabul etti. İş taksimi yaptım. Biz her cumartesi pazar köylüyle beraber hiç durmadan çalıştık. Çok güzel bir okul yaptık, iç bahçesi, dış bahçesi hepsi var. O esnada Salih Bey isimli bir müfettiş geldi. ‘Sen ne yaptın, burası cami görünüyor planda?’ dedi. ‘Salih Bey, sesini çıkarma, bunu bir sen, bir ben biliyoruz. Sen çocukları burada gör, hiç ses etmeden git.’ dedim. O da hiç ses etmedi. Bu okul, şimdi Gülüç Belediye Binasının bulunduğu yerdeydi. Daha sonra Ereğli merkezde Yetiştirme Yurduna atandım. Burada Muavin iken yine dilimizin cezasını çektik. O günkü Menderes hükümeti de yanlış yollara saptı. Bir gün bir kağıt geldi elime ‘Görülen lüzum üzerine, Çorum Vilayeti emrine verildiniz.’ diye. Şu Ereğli’de 200 liralık iş bulsaydım gitmezdim. Gittim; 74 gün sürgünde kaldım. Bakanlığa gittim; görülen lüzumu açıklayamadılar ve 60 ihtilalinden sonra Ereğli’ye geri döndüm. Alemdar Okuluna geldim, oradan Nimet’e geçtim ve 1976 yılında Nimet İlkokulundan emekli oldum.
3 çocuğunuz oldu. Maşallah torununuzun torununu da gördünüz…
Evet, çocuklarım Nurhayat, Gülhayat ve rahmetli Doğan. En büyük torunum 52 yaşında. Şu an 6 tane torunum, 2 tane de torunumun torunu var. Çok şükür 5.nesli gördüm. Allah’ın indinde bir emri hak gelirse ben rahat öleceğim çünkü bu memlekete yeterince hizmet ettiğimi düşünüyorum.
Sizinle röportaj yapacağımızı bilenler herkese güller, çiçekler hediye ettiğinizi söyledi.
Şu Ereğli’de benim çiçek vermediğim insan çok azdır. Öğretmen okulunun bahçesinde 70-80 saksı çiçeğim olurdu her zaman. Sohbet etmeye gelen olursa eline bir saksı çiçek verir öyle gönderirdim. Çünkü mühim olan insan ve yaşam sevgisini yaşatmaktır bana göre. Dünyanın en zor işi nedir? Kendini ıslah etmektir. Evvela kendini ıslah etmen önemli. Her akşam yatmadan ben bugün hangi hayırlı işi yaptım demen, en azından kimseye kötülük yapmadan yatağa girmen önemli olan. Ondan sonra başkasına akıl vermeye kalkacaksın.
Kendini ıslah etmek demişken okumayı da çok sevdiğinizi biliyoruz. Ne tür kitapları tercih ediyorsunuz?
Ve gençlere bu konuda tavsiyeleriniz nelerdir? Tarih kitapları ve dergileri okumayı severim çünkü geçmişini bilmeyen bugününü anlayamaz. Cumhuriyet Dönemi, Osmanlı tarihi, Biyografiler vs. Bence bir insanın kültürlüyüm demesi için en az 3000 kitap okuması lazım. Atatürk’ün 57 yıllık ömründe ortalama 3500 okuduğunu söylüyorlar. En çok da tarih kitapları okumuş. Savaş zamanında bile geceleri okurmuş. Arkadaşlar bana ‘İnternet, radyo, televizyon var, her şeyi oralardan öğreniyoruz zaten.’ diyorlar. Bu araçlar insana bir derginin, kitabın, gazetenin verdiği bilgiyi ve kültürü veremez. Bunlar kalıcıdır. Diğerleri geçicidir. Benim beynim bilgisayar mı, her iletilen bilgiyi kaydetsin? Her şeyden önce okusunlar…
Çok okuduÄŸunuza göre bunca yıldır biriktirdiÄŸiniz kitaplar sayesinde kütüphaneniz de geniÅŸtir…
Ereğli’nin Karakavuz köyünde bir evin alt katını köy kütüphanesi yapıyorlarmış. Orası ile ilgilenen arkadaş rica etti. Bir pikapla tüm kitaplarımı oraya gönderdim. Hazırlıkları sürüyor. Benim için de bir köşe ayıracaklarmış.
Hocam, Köy Enstitülerinden biraz daha bahsedebilir misiniz?
Önce Saffet Arıkan, sonra Hasan Ali Yücel’ in Milli Eğitim Bakanı olmasıyla birlikte İsmail Hakkı Tonguç’un da İlköğretim Genel Müdürü olarak çalışmasıyla Köy Enstitüleri fikri hayata geçti. İlk olarak 1937’de İzmir Kızılçullu ile Eskişehir Çifteler’ de açılıyor. Tüm Türkiye’ye yayılıyor ve en doğudan en batıya birçok köye buralardan benim gibi yetişen öğretmenler gidip ilim öğretiyor. Toplamda 23 köy enstitüsü açıldı. Kastamonu’ya dört vilayet geliyordu. Zonguldak, Kastamonu, Çorum, Çankırı. Köy enstitüsü mezunu öğretmenler ile şehir-mahalle mektepleri öğretmenlerinin statüsü ayrıydı. Onlar 125 lira maaş alırken biz 30 ya da 35 lira maaş alırdık. Onun dışında sütünü alıp, yoğurdunu yapmamız için bize üretim araçları olarak koyun ya da inek gibi hayvanlar verdiler ama köylerde veteriner falan olmadığı için yaşatabildiklerimizi yaşattık, diğerleri öldü. Şunu söylemem gerekir ki; biz köyde yalnız kaldık… O günkü iktidar bize hiç sahip çıkmadı. Muhalefet ağır bastı. O günkü Halk Partisinin içinde de firavun takımı çoktu. Köylünün yükselmesini istemediler. Ben sırtına bindiğim insanları sırtıma bindirmem zihniyeti vardı. Osmanlı zihniyeti devam ediyordu. 1950’de iktidar değişti. Rahmetli İnönü Köy Enstitülerine çok taraftardı ama onu söze katmadılar. Eğer Köy Enstitüleri yaşamış olsaydı; halk uyanırdı ve ülke bugünkü kötü durumlara düşmezdi. Biz A’dan Z’ye köylüye ve çocuklara örnek olabilecek şekilde dört dörtlük bir eğitim almıştık. O dönemde 7000 köye okul götürülmüştür, okur yazar oranı dünyada eşi benzeri görülmemiş şekilde arttırılmıştır, halka tarım, bağ bahçecilik öğretilmiştir ve dünyada bunun gibi bir atılım örneği de yoktur.
Cumhuriyet’in ilk kurulduğu yıllardaki Türkiye gerçeği ile gerçekleştirilen devrimler sonundaki Türkiye’yi kıyaslarsanız gördüğünüz farklar nelerdir?
Cumhuriyetten önce 1909’larda okuryazar oranı kadınlarda %2, erkeklerde %5. Yani 624 senelik Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu uyumuÅŸ, uyutulmuÅŸtur. Herkes devÅŸirme. Anadolu halkı bir kuruÅŸ paraya muhtaçken, saray hizmetçileri, çalışanları, askerler dahil olmak üzere herkes diÄŸer bölgelerden getirtilip iÅŸ sahibi yaptırılıyor. 624 senede 345 doktor yetiÅŸtirmiÅŸ koca Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu. Cumhuriyet’in 10. senesinde ise, o kadar kısa sürede doktor sayısı 1675 olmuÅŸ. Osmanlı cami yapmış ama camiye yol yapmamış, okul yapmamış. Bölgemize deÄŸinecek olursak; yüz sene öncesine gelene kadar EreÄŸli’de de Ä°stanbul’da olduÄŸu gibi bir tane Türk zanaatkar, ticaret erbabı yok. Ticaret tamamıyla Rum, Ermeni, Yahudilerde… Ben çocukken EreÄŸli’de çarşı içindeki esnafların birbirleriyle konuÅŸurken ‘ulan Türk, kaba Türk’ dediklerini duymuÅŸ insanım. Biz kendi memleketimizde ikinci sınıf insandık Atatürk’ten önce. Fatih Ä°stanbul’u aldığı zaman Ä°stanbul’ dan Anadolu’dan gayrimüslimleri niye kovmadı? Çünkü bütün ticaret onlardaydı ve saraya para lazımdı… Kuyumcu 2000 altın göndersin, ötekisi 5000 altın göndersin. Türkler neyle mi geçiniyor o sırada? Bir lokma bir hırka! O kadar…
Yavrum siz Atatürk’ün vasiyetnamesini okudunuz mu? (Bu sırada Süleyman Hocamız cüzdanından her zaman yanında taşıdığı bir kağıt çıkardı ve bizi sınava tabi tuttu).
“Malik olduÄŸum bütün nukut ve hisse senetleriyle Çankaya’daki menkul ve gayrimenkul emvalimi Cumhuriyet Halk Partisi’ne atideki ÅŸartlarla terk ve vasiyet ediyorum: Nukut ve hisse senetleri, ÅŸimdiki gibi, Ä°ÅŸ Bankası tarafından nemalandırılacaktır. Her seneki nemadan, bana nisbetleri ÅŸerefi mahfuz kaldıkça, yaÅŸadıkları müddetçe, Makbule’ye ayda bin, Afet’e 800, Sabiha Gökçen’e 600, Ãœlkü’ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile’ye ÅŸimdiki yüzer lira verilecektir. Sabiha Gökçen’e bir ev de alınabilecek ayrıca para verilecektir. Makbule’nin yaÅŸadığı müddetçe Çankaya’ da oturduÄŸu ev de emrinde kalacaktır. Ä°smet Ä°nönü’nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır. Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil kurumlarına tahsis edilecektir.â€
Sizce buradaki en önemli madde nedir? Ä°smet Ä°nönü Garp Cephesi komutanlığı yaptı, 1. Ä°nönü Muharebelerini kazandı, Kolordu Komutanıydı. Atatürk ve Ä°nönü, bu iki zeki kutup Harp Okulunda tanışıp, bir milleti ayaÄŸa kaldırırken, bütün dünyaya kafa tutmuÅŸlardır. Yıllarca ülke ile ilgili önemli konularda anlaÅŸmazlıkları da olmuÅŸtur. Kavga da etmiÅŸlerdir-ÅŸimdiki gibi biat kültürü yoktu o zaman- ama bu vasiyetteki satır arasında okunması gereken en önemli madde; Ä°smet Ä°nönü’nün çocuklarını okutacak parası yoktur. Bütün imkanlar elindeyken hırsızlık yapmamış! Vatan sevgisi budur…
Atatürk’ün vasiyetini her zaman cüzdanınızda mı taşırsınız?
Tabii, hep cüzdanımdadır. Arada karşıma haddini bilmezler çıkıyor da ben de çıkarıp okutuyorum bunu…
Hayata bakış açınız ve disiplininiz de Köy Enstitüsü sayesinde oluÅŸtu herhalde…
Sağlık durumum çok müsait değil ama hala bahçede bir ot görünce gidip onu yolmazsam rahat edemem. Mesela bu sene şu ağacın budanmasını beğenmedim; elimde testereyle ağaca çıktım torunum zor indirdi oradan. Bir ağaç budanıyorsa muntazam budanmalı bence.
Benim her şeyim disiplin düzen içindedir ve evet bu da aldığım Köy Enstitüsü eğitimi sayesinde olmuştur. Temizlik, çevreye saygı bizim orada öğrendiğimiz ve öğrencilerimize aşılamaya çalıştığımız özelliklerdir. Hızar talaşıyla sabunu karıştırırlar banyoya koyarlardı, biz de sık sık elimizi yüzümüzü onunla yıkayıp temizliğimizi sağlardık. Ben cüzdanımda hep küçük, boş kağıtlar taşırım. Sebebi ne biliyor musunuz? Yerde sigara izmariti görünce kağıda sarar çöpe atarım. Kimse benim yanımda yere bir şey atamaz. Atarken görünce de aldırırım onu yerden. Almazlarsa da eğilir kendim alırım. Şimdiye kadar biri bayan, biri bay iki terbiyesiz insan attığı sigarayı almadı ben bu yaşımda aldım, attım. Bu da bir eğitimdir. Şu anımdan da bahsetmek isterim: Lisenin karşısında oturuyorum, bir gün karşıda 10 talebe sigara içiyor. Onları yanıma çağırdım, güzel güzel konuştum. Daima cebimde şeker taşırım, çocuklara şeker verdim. Sizin sigara içmenize engel olamam deyip sigaranın sağlığa verdiği bütün zararı anlattım ve rica ettim kendinize zarar vermeyin diye. Sigara paketlerini ve çakmaklarını çıkarıp bana verdiler, ben de çöpe attım. Aradan bir ay geçti, kapım çalındı aynı çocuklar ziyarete geldiler. Çay yaptılar ben de sofra hazırladım, sohbet ettik. Arada arayıp halimi hatırımı soruyorlar ve o günden beri de sigara içmediklerini söylüyorlar. Aileleri de beni arayıp teşekkür etti. Her şeyi tatlı dille anlatmak lazım çocuklara. Aslında yalan yok, ben de eskiden çocuk eğitimi konusunda bu bilgiye sahip değildim ve maalesef 30 yaşına kadar da çocuklara karşı yanlış davrandım. Çocuğa anlatıyorum, kızıyorum, ıslah olmayınca vuruyorum. Ama bir gün Gazi Eğitim Fakültesine mektup yazdım. Çocuk davranış eğitimi ile ilgili kitaplar istedim. O kitapları okuduktan sonra çocuklara daha fazla sevgiyle yanaşmaya başladım. Asıl olanın sevgi olduğunu gördüm.
Bu çok keyifli ve eğitici sohbet için çok teşekkür ediyoruz. Son olarak yeni eğitim-öğretim dönemi başlıyor. Öğrencilere, öğretmenlere ve velilere neler söylemek istersiniz?
Hem ailede, hem okulda temizlik eÄŸitimi çok önemlidir.Okulu ve kendi çevrelerini çok temiz tutsunlar. Öğretmen arkadaÅŸlarımız çocuklara örnek olsunlar. Onları derse, teste boÄŸup sıkmasınlar. Çocuk 5. sınıfa kadar hayal gücüyle yaÅŸar; çocuÄŸun hayal gücünü yok etmesinler. ‘Benim öğrencilerim, nasıl istersem öyle eÄŸitirim’ deÄŸil; memleket nasıl bir vatandaÅŸa ihtiyaç duyuyorsa ona göre yetiÅŸtirsinler öğrencilerini…