Dergi 67300 olarak, Eskilerden Kim Kaldı Bölümümüzde bugüne kadar bizlere eski EreÄŸli’yi anlatan çok deÄŸerli büyüklerimizle keyifli röportajlar gerçekleÅŸtirdik. Bu sayımızda da bizleri bugünden alıp, yıllar öncesine götürecek kıymetli büyüğümüz; aynı zamanda TBMM 6. Dönem (1939) CHP Zonguldak Milletvekillerinden Mustafa Bozma’nın kızı olan Behire LikoÄŸlu…
Behire Hanım, ilk olarak sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
5 Mart 1926 Kdz. Ereğli doğumluyum. Bu sene 92 yaşıma bastım. Bu mahallede doğdum. Nüfus kaydım da Orhanlar mahallesi 1 numara olarak çıkar. Bozmaoğlu kızlık soyadım. Annem Huriye Yazgan Alaplılı, konakta yaşayan zengin bir ağanın kızı. Gemilerimizle İstanbul’a Osman Paşa’nın sarayına odun taşırlarmış. Anneannemle birlikte annem de Saray’a ziyarete gidermiş, küçükken anlatırdı. Anneannem gezermiş, annem de aşçıların yanına gider yemek öğrenirmiş. Enginar son yıllarda daha çok bilinir hale geldi ama küçüklüğümden beri enginar pişer bizim evde. Bahçede kendimiz yetiştirirdik hep. Hatta annemin bütün çeyizlerini Paşa’nın sarayından hazırlamışlar. Babam Mustafa Bozma ise Ereğlili, 1.Cihan Harbinde annemle nişanlı olduğu dönemde askere gidiyor. Mısır’da esir düşüyor ve 7 sene orada kalıyor. Sonra askerden dönünce evleniyorlar ve annem buraya gelin geliyor. Babam Zonguldak’ta madende Müdür olarak çalışmaya başlıyor. Ama küçükken evde anlatılan; o dönemde mühendisler nereden kömür çıkacağını tam bilemezken babam her seferinde kömür çıkacak yeri doğru tespit eder, ona göre işçileri yönlendirirmiş. Çocukluğum bu mahallede geçti ama babam madende çalıştığı için İlkokulu Kozlu’da bitirdim. O zamanlar Kozlu’ da Fransızlar, İtalyanlar vardı. Sonra babamın Milletvekili olmasıyla birlikte Ankara’ya yerleştik.
Kaç kardeşsiniz?
Biz dört kardeşiz. Ağabeyim Mehmet Turgut Bozma, Behice Bozma, ben ve Mustafa Bozma.
Okula Ankara’da devam ettiniz…
Cebeci’de oturuyorduk. Babam, biz çocuklarının sanatkar olmasını çok isterdi. Katiplik istemezdi, bir yere gittiği zaman çocuklarım aç kalmasın, kendi karınlarını doyurabilsinler derdi. Bir kardeşimi İstanbul’a Sanat Okuluna yolladı, biri ortaokula gidiyordu. Biz iki kız kardeş de Kız Meslek Enstitüsüne yazıldık. Atatürk branş öğretmenlerimizin hepsini Fransa’da özel olarak okutup, ülkemize getirtmiş. Dil Tarih Fakültesindeki eğitim de aynı şekilde yurtdışında eğitim gördürülen çok değerli hocalarla sürdürülüyordu. Okulumuzda Fransızca eğitim veriliyordu, Matematik, Türkçe, Tarih gibi temel dersler de vardı ama daha çok Resim, Nakış, Dikiş, Çamaşır gibi Sanat Derslerimiz vardı. Ablam da ben de çok iyi dikiş dikerdik.
Ankara’ya ailecek mi taşındınız?
Annem, babam, 3 kardeşim ve ben gittik. Babam çok istedi babaannem de gelsin ama o ineklerinden vazgeçemezdi. ‘Ben mezara, inekler mezata’ dedi. İneklerini bırakmamak için Ankara’ya gelmedi. Babam 1942’de, 52 yaşındayken vefat etti. Mecburen Ereğli’ye döndük ve biz iki kardeş dikiş diktik burada. Erkek kardeşim Yıldız Teknik’te imtihan kazandı. O zaman leyli diyorlardı yani yatmasını, yemesini hükümet karşıladı. Sanat Okulunda okuyan kardeşim de İstanbul’da mühendis mektebine devam etti. Biz de kardeşimle dikiş dikerek onları okuttuk. Ama tabii o babaannemin ayrılamadığı inekler sayesinde de sütümüz, yağımız, hiç eksik olmadı.
Peki Milletvekili ailesi olarak yeterli geliriniz yok muydu o dönemde, siz çalışarak okuttunuz kardeşlerinizi?
Babam yaÅŸarken de öyle Milletvekili maaşı fazla deÄŸildi, zaten emekli maaşı hiç yoktu. Bir ikramiye verdiler vefat edince o da çok azdı öyle okutmaya yetmezdi. Allahtan annemin ailesinden de, babamın ailesinden de kalan yerimiz, yurdumuz, çiftliÄŸimiz vardı. Bol bulamaç geçindik ama kız kardeÅŸimle çalıştık da tabii bunun yanında, mesleÄŸimiz var çünkü. O dönemdeki CHP Milletvekillerini de anlatayım sizlere… Babam Zonguldak Milletvekili ama doÄŸumu EreÄŸli olduÄŸu için EreÄŸli merkez ve köylerinden sorumluydu. Aynı ÅŸekilde Devrek’ten seçilen Devrek’ten, Bartın’dan seçilen oradan sorumluydu. Ona göre seçerlerdi vekilleri. Yaz olunca tatile gelirdik biz EreÄŸli’ye. Babamlar Vali Ä°brahim Bey ile birlikte halkla, köylülerle toplantılar düzenlerlerdi. ÖrneÄŸin çarÅŸamba günleri Alaplı’nın pazarı kuruluyor. Köylülere ve muhtarlara önceden haber verilirdi; ‘Ne isteÄŸiniz varsa, neyiniz eksikse muhtarlarınızla birlikte gelin bize söyleyin’ derlerdi. Böylece tüm köyler tek tek dolaşılarak eksikler, istekler alınır bu listeler de Meclis’e rapor olarak sunulurdu. Åžimdi Halk Partisi yapmıyor bunları, ben ona kızıyorum. Ben bunların EreÄŸli’de gelip de bir yere baktığını görmedim. BoÅŸ yere maaÅŸ alıyorlar. Seçeceklerse böyle insanları seçmesinler. Eskiler daha iyiydi. Eskiden böyle telefonlar bilgisayarlar yoktu ama halk Meclis’e ulaÅŸabiliyordu… Ä°stedikten sonra paran da imkanın da olmasa dünyayı gezersin, tek iste… Åžimdikiler istemiyorlar…
Ankara’da Milletvekili kızı olarak hayatınız nasıldı?
Bak, İsmet İnönü’yü, Hanımını, çocuklarını da gördüm. Çok mütevazi bir aileydi. O dönemde şimdiki gibi bir şımarıklık yoktu. Babam Milletvekili demek bile ayıp sayılırdı. Bunu okulda kimse bilmezdi. Herkes dersini yapsın, okulunu bitirsin, dikiş diksin. Bizim işimiz buydu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında anlatılan Cumhuriyet Balolarına gider miydi anne-babanız?
Tabii, annemle babam balolara giderdi, annem normalde başı kapalıyken Cumhuriyet Balosunda açardı başını. Kılık Kıyafet Kanununun yürürlüğe girdiÄŸi günleri de anlatayım size; ben o zaman 8 yaşındayım, babaannemle pazara gittik. Kaneri’de baktım Belediye’ den görevliler duyuru yapıyorlar: ‘Atatürk dedi ki, bu kara çarÅŸafları artık çıkarın, başörtüsü takın.’ diye. Aynı gün bir baktım ki babaannem ‘Ben Atatürk’ ün sözünü tutarım’ diyerek çarÅŸafı çıkardı, hemen güzel başörtüsünü taktı, mantosunu giyindi. Annem, babaannem, akrabalar hepsi manto dikindiler, eÅŸarplar baÄŸladılar. Millet Atatürk’ün bir dediÄŸini iki etmedi. Korkudan deÄŸil, sevgiden… Bir gün Atatürk Zonguldak’a geliyor dediler. EreÄŸli’de köylerde bile herkes evinin önünü süpürdü. Çor çocuk evin önünden süpürdüğümüz kumları bile bahçeye dökmemek için taa uzaklara götürdük. Biz Atatürk’ü göreceÄŸiz diye nasıl sevinmiÅŸtik çocuk aklımızla, yani o kadar sevilen biriydi. Zaten o ölünce bir-iki ay boyunca aÄŸlamaktan gözlerimiz ÅŸiÅŸti. 10 Kasım sabahı Zonguldak’a motorla gidiyordum. Bir baktık karşıdan gelen motorlarda bayraklar yarıya inmiÅŸ bize el kol yaparak ‘Dönün’ diyorlar. Biz de korktuk, orada bir ÅŸey mi var diyerekten. Bir motor yanımıza yanaÅŸtı, Atatürk öldü deyince yaÅŸlısı, genci, çocuÄŸu hep birden aÄŸlayarak döndük. Ama ne aÄŸlama… Biz 1938’de Ankara’ya gittik ama o kısacık sürede Ankara’yı hiçbir ÅŸey yokken nasıl bir modern ÅŸehre dönüştürmüş… O yaptırdığı binalarda halen çalışılıyor. Tüm Türkiye aynı ÅŸekilde bu kumaÅŸ fabrikaları, ÅŸeker fabrikaları… Basma dahi yurtdışından geliyordu ondan önce. Sonra Nazilli basmaları çıktı, Sümerbank…
 Kıtlık çektiğiniz dönemler de oldu mu?
Küçüklüğümde babaannem teneke kutularla ÅŸeker alırdı, ‘Bunlar Rus ÅŸekeri’ derdi. Türkiye’ de Åžeker Fabrikası yoktu çünkü. Düşünsenize çayımızı içeceÄŸiz, ÅŸeker Rusya’ dan. Alpullu Åžeker Fabrikası kurulunca Türkiye ÅŸeker konusunda dışa bağımlılıktan kurtuldu. Åžimdi tersine dönüyoruz ya… 2. Cihan Harbi çıkınca Ankara’ dan buraya geldik. O dönemde çok kıtlık olduÄŸunu hatırlıyorum. Hani Askerler Camilere girdi diyorlar ya. Çok yalan söylüyorlar, çok günaha giriyorlar. Almanlar bizi vuracaktı, Ä°stanbul boÅŸalınca buraya da çok asker geldi. Bir de o sene bir kış oldu, bir metre kar vardı. Askerler çadırda karda kışta yatamayınca, onları camilere aldılar. Caminin avlusunun üstü kapalı ya, kendileri içeride yatarken atları donmasın diye kendi battaniyelerini bile atların üzerine örttü askerler. Gerçek tarih budur. 2. Cihan Harbinde de çok akıllıca bir hamleyle savaÅŸa girmekten kurtulduk. Ama harp zamanı bitince yine bolluÄŸa kavuÅŸtuk.
Bir de yurtdışı maceranız olmuş.
Evet, kardeÅŸim Mustafa Ãœniversitede Almanca öğrendi, okul bitince de Almanya’ ya Çimento Fabrikasında çalışmaya gitti. Burada ilk kurulan Çimento fabrikalarının kuruluÅŸunda çalıştı. Küçük kardeÅŸim de Yıldız Teknik Ãœniversitesini bitirince Amerika’ ya gitti. Ben o sırada Ankara’da benden daha iyi dikiÅŸ bilen biriyle ortak çalışıyordum. Demirel’in Hanımına bile Tayyör diktim o dönemde. Doktorların bayramında doktor hanımlarına tuvaletler dikerdim. KardeÅŸim Amerika’da Michigan Ãœniversitesinde master yapmaya gitti. Sonra beni de Amerika’ya aldırdı. Geceleri High School’a Ä°ngilizce öğrenmeye gittim, gündüzleri de Hususi Atölyede çalıştım. Mesela Artistler kısa boylu, ona göre dikim elbise yok, biz ölçü alıp model belirleyip dikerdik. Çok zenginler gelirdi atölyeye. Amerika’da çok gezdim; New York, Washington, Beyaz Saray, Niagara Åželalelerini gördüm. KardeÅŸimin arkadaÅŸları ile birlikte tatillerde 3-4 araba seyahat ederdik. Hatta Washington’a gittiÄŸimiz zaman bir baktık sokaklar kalabalık, önemli bir bayramlarını kutluyorlardı o günlerde, kalacak otel bulamadık. Her yer dolu. En son bir yerde boÅŸluk bulduk; bu da Milletvekillerinin kaldığı otel. Bir girdik ki odalara, kolalı örtüler, patiskalı bembeyaz yataklar… Mustafa’ya ‘Elimizi yüzümüzü yıkayalım, ÅŸuraya öyle oturalım yazıktır, sonra kirletiriz bize bunlar köyden mi gelmiÅŸ derler’ dedim. Öyle bir lükstü yani orası, rahat bir uyku çektik o gün. Çalışıyorduk ama bol bol seyahat edip harcamasını da biliyorduk…
Unutamadığınız anılarınız var mı Amerika’da?
Ben oradayken Chicago’da seçimler oldu. Buranın Belediye Seçimleri gibi orada Eyalet Savcısını halk seçiyordu. En üst makamlardan biri. Biz de Hanımına elbise diktik. Ben onu teslim etmeye evine gittim. Aşağıdan polis karşıladı, üst kata evine çıkardı beni, evi gezdirdi. Ama yatak odası bile bu evin tamamı kadar. Ben şaşırdım o eve, kütüphanesi, misafir odası, yatak odaları, çocuk odaları. Ben de Ankara’da güzel evlerde oturdum ama öyle ev görmemiştim. Unutamam. Bir de Amerika’da bana İstanbul’u sorarlar diye kardeşime İstanbul’la ilgili bilgileri yazdırırdım. Sonra ‘Bu kız da memleketini bilmiyor.’ demesinler diye kağıdı yanımda bulundururdum.
Nasıl döndünüz tekrar Türkiye’ye?
Amerika’dan Ankara’ya döndüm, sonra evlenip EreÄŸli’ye tekrar yerleÅŸtim. BozkuÅŸ Ä°ÅŸhanı’nın olduÄŸu yerde eski ama çok güzel bir konak vardı. Uncular Konağı… O konaÄŸa gelin geldim. Ä°stanbul Sarayı gibiydi. Haremlik-selamlık bölümleri vardı. AÅŸağıdan tulumbayı bastığın zaman yukarıdaki sarnıç dolardı. Eski sahibi konağı yaptırdığı tahtaları bile Romanya’dan getirtmiÅŸ, odanın bir ucundan öbür ucuna kadar uzundu o tahtalar. Bütün duvarları altın varaklıydı. Orayı satarken sadece el iÅŸlemeli büyük mermer lavaboyu alabildim. Onu da yazlık eve şömine yaptım. Hatta şöminenin üstüne de evi yapan Ahmet Efendi’nin resmini de koydum. O mermerin aynısından Rusya’ya giden bir tanıdığım resmini çekip gösterdi; sarayın birinde görmüş. Uncular Konağının ilk sahibi çok zenginmiÅŸ, evin içinde o dönemde piyano bile varmış. Ä°lk erik aÄŸaçları onun bahçesinde ekiliymiÅŸ. EreÄŸli’deki Uncu eriÄŸi tabiri oradan gelir. EvlendiÄŸim Adnan Bey’in ailesi olan LikoÄŸulları da Trabzon’dan buraya yerleÅŸmiÅŸler. KardeÅŸi Ä°hsan LikoÄŸlu da burada Belediye ReisliÄŸi yapmış. Kayınvalidemin annesi, 19. yüzyılın en önemli Klasik Türk MüziÄŸi bestekârlarından biri olan Kürdîlihicazkâr makamı ile Müsemmen usulünü bulan Hacı Arif Bey’in üçüncü hanımı… Ondan ayrıldıktan sonra da zengin bir madenci ile evleniyor, Ä°stanbul’da büyük bir saray, Heybeliada’da yazlıkları vardı. Kayınpederim de ticaretle uÄŸraşıyormuÅŸ; 40’lı yaÅŸlarında tifo hastalığına yakalanıyor. Bir dönem BaÅŸbakanlık da yapmış olan yakın arkadaşı Şükrü SaraçoÄŸlu’nun evinde vefat ediyor. Fenerbahçe Stadının yakınındaki caminin oraya defnediliyor. Ä°stanbul’a gittiÄŸimde ziyarete giderim kayınpederimi.
Peki nasıl tanıştınız Adnan Bey ile?
Ä°lk Ä°stanbul’da gördüm. Şöyle ki; Ä°stanbul’a bir arkadaÅŸ ziyaretinde o dönem NiÅŸantaşı’ nda oturan kayınvalidem YaÅŸar Hanıma bir vesile için gittik. Adnan da geldi oraya. Ben de ‘YaÅŸar abla, bu oÄŸlunu beÄŸendim, bekar mı?’ dedim. O da, kendisinin Pendik’te oteli olduÄŸunu, onun devir iÅŸleri ile uÄŸraÅŸtığını ve evlenmeye niyeti olup olmadığını bilmediÄŸini söyledi. Öyle kapandı konu. Sonra Adnan Bey Palmiye Otelini satıp, EreÄŸli’ye geliyor ve fabrikaya iÅŸe giriyor. ArkadaÅŸlarıyla konuÅŸurken bir arkadaşı da benden bahsediyor. Tesadüf, bir bakıyor ki daha önce annesinin sözünü ettiÄŸi kız. Kısmet böyleymiÅŸ demek ki…
Adnan Bey de EreÄŸlili miydi?
Aslen Trabzonlular. 1800’lerde gemilerle İstanbul’dan Trabzon’a mal götüren, ticaretle uğraşan zengin bir aile. Bir gün yine İstanbul’ dan gelirken hava bozuyor, gemi burada eski hastanenin olduğu bölgeye vuruyor. Gemicilere diyor ki ‘Çıkın Ereğli’ye bir bakın bakim burada ne var?’. Gemiciler de ‘Burada ne un var, ne fırın var, hiçbişey yok’ diyor. İstanbul’dan Trabzon’a götürecekleri unu, şekeri eski iskeleye çıkarınca Ereğlilier kapış ediyor. Sonra tüm gemiyi boşaltıyorlar ve tekrar mal yüklemeye İstanbul’a dönüyorlar. Öylece Ereğli’ye gelip yerleşiyorlar.
Daha sonra bir oÄŸlunuz oldu…
OÄŸlum Osman dünyaya geldi. Geç evlendiÄŸim için baÅŸka da çocuk düşünmedim. Gezmekten ancak evlenebildim. Ä°yi ki de öyle olmuÅŸ. Bu yaÅŸtan sonra nereye, kiminle gideceÄŸim? Ama ÅŸimdi Ä°ngiltere’de nereyi gezebilirim de, sana önereceÄŸim yerler olur. Amerika’dan gelirken Ä°ngiltere’ye uÄŸradık, oradan Paris’e oradan sonra Roma… Tabi 7 sene önce Umre’ye de gittim. Avrupa’yı Amerika’yı gezip de Kabe’ye gitmezsem günah olur dedim. OÄŸlum Osman, EreÄŸli doÄŸumlu. Ticaretle uÄŸraÅŸtı hep. EÅŸi de Cumhuriyet Ortaokulunda resim öğretmeni. Åžimdi kurs için Ä°spanya’da hatta. Bir tane de torunum var; Alp, o da sporcu. Yelken sporunda dereceleri de vardı. Ä°zmir’de Ege Ãœniversitesine girdi, okulu devam ediyor. Yine Yelken yarışlarında birincilikleri devam ediyor.
Ereğli’deki hayatınız nasıl geçti?
Ömrüm boyunca çok lüks de yaÅŸadım, soba da yaktım, bahçede de çalıştım, herÅŸeyi yaptım hayatta… O yaÅŸadığımız yeri müteahhite verince, Beyim de vefat etmiÅŸti, buraya baba evine geldim. Buranın da aÅŸağılara kadar bahçesi vardı. Ben meyveyle büyümüşüm, onsuz yapamam. Pazardan meyve aÄŸaçları aldım, onları ektirdim. Bana dediler ki bu Behire ölecek, yaşı da var, bu aÄŸaçları niye ekti ÅŸimdi, ne zaman aÄŸaçlar büyüyecek de Behire bunlardan yiyecek. O aÄŸaçlardan yıllardır ben de etraftakiler de meyve yiyor. Ä°ncivez’deki yazlığım da öyledir.
Maşallah hafızanız da çok kuvvetli, bunun sırrı nedir?
Babaanneme çekmiÅŸim herhalde, vefat ettiÄŸinde yaşı belki 100’ü geçmiÅŸti ve hafızası çok iyiydi. SaÄŸlıksız birÅŸey yemezdi. Bir gün bile ilaç kullanmadı. Hatta hatırlarım, Ankara’ya bizi ziyarete geldiÄŸinde başı aÄŸrıdı, babam ona bir aspirin verdi, aspirini içince düştü bayıldı. Alışkın olmayınca etkiledi tabii… Ben az yiyorum yavrum. Balla kaymağı çok severim, hiç kutu süt içmedim bugüne kadar. Hep inek sütü içerim, peynirimi, yoÄŸurdumu, yağımı da taze sütten yaparım. Eskiden tavuklarım vardı, ÅŸimdi de köylüden bahçede gezen tavuk yumurtası alıyorum. Tavuk kötü besleniyorsa ben anlarım, yumurtasının kabuÄŸu sert oluyor. EÄŸer yumurta çok kırılgansa o doÄŸaldır. Taze meyvem, sebzem her daim vardır. Bu güne kadar hiç hormonlu yiyecek yemedim. Kendim ektiriririm en doÄŸalından sebze, meyvemi ve mevsiminde yerim. Tatlı olarak sütlaç yerim ama baklava falan öyle ÅŸerbetli tatlı yemem, dokunur bana. Bir de 5-6 sene önce bana araba çarpıp omuriliÄŸim kırılana kadar her yere yürüyerek giderdim. Åžimdi de yakın yerlere yürümeye çalışıyorum.
Günlük yaşamınız nasıl geçiyor?
Evleninceye kadar dikiş diktim. Ereğli’ye yerleştiğimde ise eşim Adnan Bey bahçeyi çok severdi, denizi severdi. İncivez’de şimdiki limanın olduğu yerin üstünde yazlığım var, oradan denize inerdik. Burası gibi bahçesi vardı. Bahçeyle uğraşıyordum. Gezmeyi de severim, altın günlerim de çoktu da şimdilerde azaldı. Çok kalabalık yerlere gitmiyorum ama hala belirli günlerim var. Örneğin her Perşembe kahve günüm var. İki tane de altın günüm var.
Eski Ereğli’yi biraz anlatır mısınız?
Eskiden EreÄŸli’miz çok güzeldi. O rıhtımda bütün evler denize vururdu. En güzel yol Yalı caddesiydi. Arka sokaklar çok dardı ama insanları çok iyiydi. Evlerin kapısında anahtar yoktu, kapıyı açarsın, girersin eve. Bahçelerde kazanlar kaynardı. Kimse kimsenin birÅŸeyini çalmazdı. Åžimdi korkuyorum ben. Yaz geceleri biz kadınlar Bozhane okulunun oradan denize girerdik. Sonra eve gelip bahçedeki kuyuda yıkanır, öyle eve girerdik. 80 yaşındaki kadınlar da olurdu, bizim gibi çocuklar da… Her akÅŸam sahilde motorlar gezer, davullar zurnalar çalardı… O yakamoz denize vurur. Tüm yaz boyunca ÅŸenlik havasında geçerdi günler. Beyçayırının orada Fındık Dede vardı, Hıdırellez akÅŸamları oraya gidip adaklar yapılırdı. Gül aÄŸacına para asarım bende hıdırellezlerde. Ä°nsanların birbirlerine davranışları da çok deÄŸiÅŸti. Åžimdi gelin kaynana kavga ediyorlar da ben ÅŸaşırıyorum. Biz öyle büyümedik; babaannem annemi çok severdi, annem de babaannemi çok sever ve ona ‘Hanımanne’ derdi. O da ‘Gelincim’ derdi, öyle ismiyle falan hitap etmezdi. Saygılıydı herkes birbirine. Biz de öyle yetiÅŸtiÄŸimiz için, dört kardeÅŸ kavga ettiÄŸimizi bilmem, birbirimizi hep sayarız.
Gençlere, okurlarımıza söylemek istediğiniz şeyler var mıdır?
Åžimdi böyle nesillere hep farklı isimler veriyorlar. Bu çocukları, anneleri babalarının eski ananelere göre yetiÅŸtirmesi lazım. Gençler okuyor diye anneleri onlara iÅŸ yaptırmıyor. Baba da sesini çıkarmıyor. Bu yanlış. 13-14 yaÅŸlarında iÅŸim varsa oÄŸlumu bırakır, yemeÄŸini hazırlar, ben gelene kadar yemesini söylerdim. Åžimdiki gençler bırak yemek ıstıp yemeyi, yatağını bile toplamıyor. Torunum da küçükken yazın yanıma geldiÄŸinde kendi yatağını toplar, ortada döküntüsünü bırakmazdı. Ä°zin vermezdim. Bir de her zaman güzel sofrada yemek yenecek. Öyle tepsiyle televizyon önünde yemek yenmez. Eski zamanda ÅŸimdiki kağıt peçeteler yoktu. Her zaman beyaz kolalı peçeteler kullanılırdı bizim evde, öyle gördüm, öyle büyüttüm çocuÄŸumu…
Behire Hanımefendiye bu güzel sohbet için şükranlarımızı sunuyor, daha nice sağlıklı uzun yıllar diliyoruz. Ayrıca bizi kendisine ulaştıran Hatice Baycık Hanım’a da içten teşekkürlerimizi iletiyoruz.