Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
1973 yılında Zonguldak’ta doğdum. İlkokula Zonguldak’ta başladım ve daha sonra ablamın Ereğli’deki yüksekokulu kazanmasıyla, Ereğli’ye taşındık ve ben Gülüç İlkokulu’ndan mezun oldum. Sonra sırasıyla Atatürk Ortaokulu ve Kdz.Ereğli Lisesi geldi. Bunun ardından maymun iştahlı bir yüksek öğrenim hayatım oldu. Önce Gazi Üniversitesi’nde kısa bir süre İstatistik okudum. Tiyatro ağır basınca orayı bıraktım ve ilk kuruluş yılında Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ni kazandım. 2 sene okuduktan sonra Ankara Devlet Konservatuvarı’nın sınavına girip kazandım. Burada 3 yıl okuduktan sonra İstanbul tutkusu ağır bastı ve yatay geçişle son sınıfımı İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda okuyarak oradan mezun oldum. Özel tiyatro deneyimlerimin dışında Devlet Tiyatrosu’nda göreve başladım. Sonra Şehir Tiyatrosu macerası başladı ve yaklaşık 20 yıldır devam ediyor. Şehir Tiyatrosu devam ederken önce kendi oyunculuk okulumu ve ardından kendi tiyatromu kurdum: Tatavla Tiyatro. Ve sonunda nihayet bizim de bir salonumuz oldu: Tatavla Sahne. Şu an hem Şehir Tiyatrosu’ndaki oyunculuk görevimi hem de Tatavla Sahne’deki genel sanat yönetmenliği görevimi sürdürmekteyim. Bununla birlikte son 10 yılımı kapsayan, ciddi bir radyoculuk deneyimim var. Neredeyse Türkiye’nin tek bağımsız medya organı olan Açık Radyo’nun uzun yıllar kültür-sanat editörlüğünü ve sunuculuğunu yaptım. Yapı olarak bir sivil toplum kuruluşu gibi çalışan radyodaki radyoculuğum hala sürmekte. Aynı şekilde İstanbul’da kurulan ekolojik pazarların doğal üyesiyim. Çünkü geleceğimizin bu ekolojik meselede yattığına inanıyorum.
En son ne zaman Ereğli’ye geldiniz? Bu süreçte Ereğli’de nelerin değiştiğini düşünüyorsunuz?
Ereğli’ye en son “Aktör Kean” oyununu oynamak üzere geldim. Bu süreçte beni en çok etkileyen; Ereğli’de değişen değil değişmeyen şeyler: O da dostluk, arkadaşlık, coşku, candan paylaşım, insanların sizin üstünüze titremesi ve sizi mutlu etmek için göz bebeğinize bakması. Bunu yaratan kişilerin başında da can dostum Cihangir Amca geliyor.
Ereğli’nin en çok neyini özlüyorsunuz?
Ereğli’de en çok beni bu sanata bağlayan, ilk adım attığım amatör tiyatro günlerimi özlüyorum. Bulduğumuz her yerde tiyatro yapıyorduk. Kimi zaman askeriyenin bir odası, kimi zaman bir ressamın terası, kimi zaman bir zanaatkarın atölyesi, kimi zaman evlerimizin salonları. Ama o gün yaptığımız tiyatro bizim için her şeyden daha önemli ve özeldi. Hayatımızın merkezindeydi. Ereğli halkı da bize sahip çıkıyordu. Kış ayazında, bir teneke sobanın etrafında günlerce gecelerce prova yapıyorduk. Üstelik kimse bize bunu zorunlu kılmamışken. Aynı zamanda kimse bunu yaptığımız için cebimize para koymazken. Ben bugün bir özel tiyatro sahibiysem ve bu tiyatro İstanbul gibi zorlu koşullarda her gece perde açıyorsa bunu Ereğli’de yaşadığım tiyatro tutkusuna ve inancına borçluyum.
Ereğli ile ilgili hatırladığınız ya da unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
Ailem tiyatroyu seven ve değer veren bir aileydi. Ama komik ve tuhaf olanı benim profesyonel olarak tiyatro yapmama karşılardı. Babam benim tiyatrodaki başarımla benden gizleyerek övünürdü. Bunu mahalle esnafından dinlerdim. Azıcık da keyfine düşkün bir adamdı. Gezmeyi, kafa çekmeyi severdi ve benim oynadığım oyunları annemle beraber hiç kaçırmazlardı. O dönem amatör tiyatro yapıyoruz. Dekor yok, kostüm yok. Kimin evinde ne varsa getirir, prodüksiyon öyle hallolurdu. Ben işi biraz abartmışım. Evdeki koltuk takımlarını gündüz gizlice kamyonete doldurarak o zamanki Belediye Sineması’nın salonuna taşıdım. Bu da yetmedi babamın bornozu, kıyafetleri de kostüm oldu. Oyunun ilk gecesi. Annem döpiyesini giyip gelmiş seyirci koltuğunda, babamsa hafif çakırkeyf. Oyun başladı. Ben babamın geldiğini bilmiyordum. Sahneye çıktığımda babamın sesinden tanıdım: “Remziye, bu koltuk takımı bizimkine ne çok benziyor”, “Ulvi o koltuktan sadece bizde yok ya, benziyor işte”, “Remziye bu büfe bizimkine ne çok benziyor”, “Ulvi o büfeden sadece bizde yok ya, benziyor işte”, “Remziye bu bornoz benimkine ne çok benziyor”, “Ulvi o bornozdan sadece bizde yok ya, benziyor işte”… Annem her zamanki gibi durumun farkındaydı ve durumu idare ediyordu. Aslında babam da farkındaydı, muziplik yapıyordu. Bense sahnede büyük bir ciddiyetle çalım satarken, kendimi kulise attığım anda, ekip arkadaşlarımla kıs kıs gülüyordum…
Ereğli denildiğinde aklınıza gelen 3 şey nedir?
-Bozhane’de mayomuza doldurarak çıkardığımız midyeleri teneke üstünde pişirmek.
-Gece yarısı Cihangir’le birlikte Tan’ın babasının işkembe dükkanındaki çorbaları neredeyse talan ederek içmek.
-Güneşli günlerde ablamın kuyruğu olarak Gülüç dolmuşuna binip sahile inmek, ve onun kocaman arkadaşlarıyla birlikte çay içmek.
Boş zamanlarınızda neler yapmaktan hoşlanırsınız?
Ben Türkiye’nin şanslı azınlıklarından biriyim. Hem dünyada aşkla sevdiğim mesleğimi yapıyorum, hem beni alkışlıyorlar, hem de üstüne üstlük maaş alıyorum. Dolayısıyla aslında çalışmıyorum. Hobimi yapıyorum ve karnım doyuyor. Bu anlamda boş zamanım yok. Tiyatroyla yatıp kalkıyorum, onu daha iyi icra edebilmek için okuyorum, yazıyorum, film seyrediyorum, insanların arasına karışıyorum, bolca spor yapıyorum. Yeni şeyler öğrenmek için dört buçuk yaşındaki oğlum Memo ve aşkım Tuba ile vakit geçiriyorum.
Hayatta sizi en mutlu eden şey nedir?
Seyirciye aldığı biletin hakkını verdiğimi, seyircinin gözlerinde hissetmek.