Gül Güleryüz – Emekli Öğretmen
Yıllar yıllar öncesine beni götüren yine o türkü oldu. Yine aklıma o kara kuru kız geldi. Seksek oynuyoruz evin bahçesinde. Onun dudaklarında bir türkü: “Yar bu gece bize misafir gelecek, bize balam yar yar” Bu sözleri “Alam alam seni yar, seni balam yar yar” türküsünün ezgisiyle söylüyor. Ara sıra da eve gidip geliyor. Ev dediğim de Nazmiye Garının yaptığı çıkmalardan biri. Bu mahallede herkesin bir lakabı var: Kesik Hasan, İncebelli Hava, Çıvıtlı Naziker, Kambur Zekiye… Lakabı olmayan kadınların adlarının sonuna “garı”, adamlarında “ağa” kelimesini ekleyiveriyorlar. Ayşe Garı, Hasan Ağa… Nazmiye Garı, Hamal Mustafa’nın dördüncü karısıydı. Köyden aldı Mustafa Amca onu. Gönlünce idare etmekti amacı, ama idare ediliveren, hatta yok sayılan kendisi oldu Nazmiye’nin baskın kişiliği karşısında. Nazmiye Garı, köyden pek de farklı olmayan bu mahalleye çok çabuk uyum sağladı. Birkaç yıl içinde de, bir lisede müstahdem olarak çalışmaya başladı. Akşamları, mahallede kendisi görünmeden kahkahası duyulurdu. Nazmiye teyzenin bir merakı vardı: inşaat. İki katlı evinin sağına soluna yaptırdığı çıkmalarla bir sürü kiracı edinmişti. Babamın öfkeyle baktığı ve belediyeye sık sık şikayet ettiği bu binalar, takılan mühürlere rağmen Nazmiye Garının şen kahkahaları eşliğinde yapılır biterdi. İşte benim kara-kuru seksek arkadaşım da bu çıkmalardan birinde oturuyordu. Annesi uzun boylu zayıf bir kadındı. Ne iş yapardı anımsamıyorum ama çalışıyordu. Babaları var mıydı, bilmiyorum ama birkaç tane kardeşi vardı galiba. Arkadaşım çingene miydi acaba? Biz çocuklar için -ebeveynlerimiz söyleyene kadarkimsenin dini, uyruğu önemli değildi. Ben ailemden, “O şudur, o budur; onunla oynama!” sözünü hiç işitmedim. Bu yüzden de pek bilemezdim kimin ne olduğunu ve bunun bazı insanlar tarafından ne denli önemsendiğini… Çingene olabileceğini sonradan düşündüğüm arkadaşımla çocukların özgür dünyasında seksek oynayıp duruyorduk. O anda hayat, benim için seksekten ibaretti. Arkadaşım ise eve gidip gelmeyi sürdürüyordu.
Ben mi sordum, o mu söyledi hatırlamıyorum şimdi, evde yemek yapıyormuş meğer. Ben o zamanlar on yaşında falandım, kara-kuru kızsa en fazla on iki- on üç… Bu yaşta bir kızın yemek yapabilmesine -pilav, kuru üzüm hoşafı- şaşarak oyunumu sürdürüyordum. Az sonra şaşkınlığım daha da artacaktı: Arkadaşımı istemeye geleceklermiş o akşam. Meğer, “Misafir gelecek, misafir gelecek” sözlerini melodi eşliğinde mırıldanmasının sebebi buymuş.
Adı neydi, okula gider miydi, neleri severdi, özlemleri neydi, bilmiyorum ama o gün istemeye gelen adam onu alıp götürmüştü hatırladığıma göre ve yine hatırladığıma göre adam kendisinden bir hayli büyüktü. Mahallede düğün falan olmadı. Nasıl gitti, gelinlik giydi mi, giderken ağladı mı bilmiyorum. Ama ne zaman o Azeri türküyü duysam aklıma o mimari garibesi ev, onun kara-kuru kiracısı olan arkadaşım gelir ve burnumun direği sızlar…