Pınar Egeli – İngilizce Öğretmeni ve Öğretmen Eğitmeni (TED Koleji)
Merhaba 🙂 Üzerine konuşmayı en çok sevdiğim konu şüphesiz “eğitim”. Bu sebeple bu köşede yer alıyor olmak benim için oldukça heyecan verici ve bir o kadar da keyifli. Konuya hızlı bir giriş yaparak başlıyorum öyleyse.
NEDEN YABANCI DİL ÖĞRENİYORUZ?
Yaşamımız her geçen gün değişiyor. Büyük bir teknoloji devrimi yaşıyoruz. Tüm değişimlerin tam ortasındayız ve dönüşüm artık tercihimiz değil bizzat zorunluluğumuz haline geldi. Böylesine kitlesel bir değişim içerisinde küresel bazda sayısız bilgiye ulaşmamız ise şüphesiz yabancı dil ile mümkün oluyor. Eğer en az bir dil biliyorsak – en az diyorum çünkü artık internet üzerinden edindiğimiz veriler sınırsız hale geldi ve haliyle ulaşılabilecek araçlar oldukça fazla- bize farklı dilde sunulan her bilgiye çok rahat erişebiliyoruz. Dönem başka bir yere doğru hızla evriliyorken ve verilere ulaşmak bu kadar kolaylaşmışken en az bir yabancı dili etkin kullanabileceğimiz şekilde öğrenmemiz gerektiğini düşünüyorum.
PEKİ, YABANCI DİL OLAYINI NASIL ÇÖZECEĞİZ?
‘Anlıyorum ama konuşamıyorum.’ Yabancı dil öğretmenin ve öğrenmenin asla bu kadar zor olmadığını düşünür, her fırsatta bu algıyı şu düşünce ile yıkmak isterim: Bebekler doğduğunda herhangi bir dili konuşarak doğmuyor. Ebeveynlerini ve çevresindekileri dinliyor, internet ve televizyondaki sesleri kaydediyor ve belli bir ay itibariyle duyduklarını taklit etmeye başlıyorlar. Bu ses Türkçe, bu ses İngilizce diye ayırt edemedikleri için o süreçte hangi dil / dilleri işitiyorlarsa sonrasında o dilin kelimelerini iletişim aracı olarak kullanıyorlar.
2 yaşındaki çocuğa Türkçeyi, dilbilgisi kurallarını anlatarak göstermediğimiz halde o yaşa kadar duyduğu sesleri kelimeye dönüştürerek iletişime geçebiliyor. Hatta hiç beklemediğimiz bir anda kelimeleri yaşına göre çok düzgün bir şekilde doğru yerde kullanabiliyorken bunu aynı şekilde başka dilde neden yapamasın? 2 yaşındaki çocuk yabancı dil öğrensin diye kursa mı yollayalım, değil mi:)
MADEM BİR BEBEK BİLE BU DİLİ KÂĞIT, KALEMSİZ ÖĞRENEBİLİYOR; NEDEN OKULLARDA SAATLERCE DİL BİLGİSİ ANLATIYORUZ?
Dili bu kadar kağıt üzerinde anlatıyor olmak, kitaptaki her alıştırmayı yaptırmak, nedenini asla anlamadığım ama nedense bir türlü sonu gelmeyen kelimeyi 10 kere yazdırmalar acaba müfredatı takip etmek zorunda hissettiğimiz için mi? Yoksa biz eğiticimler olarak bu düzende kendimizi rahat hissettiğimiz için konfor alanının dışına çıkmak istemiyor ve değişik olandan yana bir adım atmaya yanaşmıyor muyuz? Öncelikle eğiticimler olarak kendimizi çok şanslı hissetmeliyiz diye düşünüyorum çünkü her gün her dakika hayal gücümüzü tıkır tıkır işletip takip etmemiz gereken müfredat konularını yaratıcılığımızla buluşturup bambaşka bir çıktıya dönüştürebilme imkânımız var.
ALIŞILAGELMİŞİN DIŞINA ÇIKMAK İYİ BİR FİKİR Mİ?
Eğitimciler olarak bazen cesaretli davranıp düzeni değiştirmek için adım atmamız gerekiyor. Her şey yetişmesi zor bir hızda değişime dönüşürken biz de o ‘ 40 dakika’ ları daha etkili nasıl planlarız bunun üzerine kafa yormalıyız. Yani biraz çılgın olmak, biraz konfor alanımızdan çıkıp yeni şeyleri kovalamak ve uygulamak gerekiyor.
DAHA ETKİN ÖĞRENME SAĞLAMAK İÇİN NELER YAPILABİLİR?
Her bir kararımızda şunları sorguluyor olmalıyız:
> Öğrenci odaklı mıyım?
> Bu aktivite ile ölçtüğüm dil becerisi nedir?
> Becerileri birbirine entegre edip bir aktivitede buluşturabiliyor muyum?
> Bu aktivite ile kaç öğrenci gerçekten etkin bir öğrenme gerçekleştirebilir?
> Hangi aktiviteye kaç dakika ayırmalıyım?
> Vereceğim ödevin gerçekten bir kazanımı var mı?
> Okulun dışında da yabancı dil öğrenimini destekleyecek teknik, uygulama ve çalışmaları öğrencilerime yeteri kadar sunabiliyor muyum? > Bu süreçte onlara iyi bir rehber olabiliyor muyum?
> Ögrencilerimin eleştirel düşünme becerilerine katkım hangi düzeyde?
> Hangi seviyede olursa olsun bir hikaye kitabının geneli hakkında ya da sadece bir sayfada geçen olay ile ilgili yorum yapabiliyorlar mı? Bu beceriyi elde etmelerini nasıl sağlarım?
> Ben her dersime bir sahne oyunu gibi bakıyorum. Her ders önceden en ince ayrıntısına kadar planlanmalı, beklenmedik bir durum olursa diye düşünüp cebimizde yedek bir plan tutmalıyız. Ve evet, bazen işler planlananın dışında gerçekleştiğinde bile o durumu kucaklamalı, o şekilde yol almalıyız. Daha da detaylandırmak gerekirse;
- Öncelikle biz öğretmenlerin dersimizden bizzat kendimizin keyif alıyor olması gerekir.
- Derslerimizi mümkün olduğunca öğrencilerimizin öğrenme farklılıklarını, ilgi ve becerilerini göz önünde bulundurarak tasarlamalıyız. Pair work ya da group work çalışmaları birlikte çalışabilme, çözüm odaklı olabilme, zamanı kontrol edebilme ve sonucuna ulaşabilme becerilerini kazanabilmeleri için oldukça önemli. Bu sebeple istisnasız her dersimiz öğrencilerin bu şekilde birlikte çalışmalarına olanak sağlayan, sıralarından çıkıp sınıfın hatta okulun her alanını özgürce kullabilecekleri zamanlara dönüşmeli. Bunu gerçekten önemsemeliyiz.
- Coursebook’larda bulunan her aktiviteyi bitirmek, onları dilde harika yapmayacağı gibi bizleri de en iyi öğretmen yapmayacaktır. Kitaplara sıkı sıkı sarılmaktan vazgeçmeli; daha esnek, daha yaratıcı fikirler ile süreci yürütebilmeliyiz. Hedefimiz kitabı bitirmek değil, olanı dönüştürerek daha verimli hale getirmek olmalı.
- Zaman zaman kitaplarda etkin olmadığını düşündüğümüz metin sorularını yapmak yerine öğrencilerimizden gruplar halinde takım çalışması yaparak kendi sorularını yazmalarını isteyebiliriz. Onları sürece dahil ederek sorumluluk vermiş oluruz. Aynı zamanda yabancı dil konusunda cesaretlenmeleri de sağlarız.
- Belki de bir ders sonra kaybolacak, birbirini tekrar eden ve 4 dil becerisini pratik etme amacı içermeyen çalışma kağıtları yerine sınıfımızın duvarlarına ‘write or draw’ köşeleri açabilir, dilbilgisi konusunu kişiselleştirilmiş sorular üzerinden pratik etmelerini sağlamak amacıyla dersin bir 15 dakikasını bu köşede üreterek geçirmelerini sağlayabiliriz. Okuma parçasını resmetmelerini de isteyebiliriz vb..
- Ödevler, proje çalışmaları tüm ailenin bir araya gelip üzerine saatlerce kafa yorup içinden çıkamadığı ya da öğrencinin yapamayacağı düzeyde olup ebeveynlerin tamamlamak zorunda olduğu şekilde verilmemelidir. Tüm ailenin stres ile tamamlamaya çalıştığı ödevler yerine, o hafta içerisinde öğrendikleri dil bilgisi yapılarından oluşan soruları içeren zarlı oyunlar hazırlayıp öğrencilere ödev olarak verebiliriz. Ailelerine öğrendikleri konuyu öğretmek için can atacaklardır. Ve tabiki oyunu kazanmak için de! 🙂
- Milyonlarca fikir, teknik ve sınırsız çevrimiçi uygulamalar var. Bir kısmını çoktan bulduk, keşfettik. Bir kısmı hayal edilmek üzere biz eğitimcileri bekliyor 🙂
- Ama bazen de tüm bunları bir yana koyup direksiyona öğrencilerimizin geçmelerine müsaade etmeliyiz belki de. O gün; o dersi onların yönlendirmesiyle ve planlamasıyla yapabiliriz. Ne dersiniz? Bence çok eğleniriz 🙂
- Son olarak yabancı dil derslerinde öğrencilerimiz bırakalım biraz gürültü yapsın. Hem anlayan hem de konuşabilen bireyler olmalarını istiyorsak bize düşen buna uygun ortamlar hazırlamak. Masalarının üstünde otursunlar, yere uzansınlar, sınıfın dört farklı köşesinde toplanıp uzay ünitesiyle ilgili onlara yöneltmiş tek bir soruyu dakikalarca tartışsınlar. Kitaptaki parçadan öğrenecekleri de vardır elbet ama birbirilerinden de çok güzel şeyler öğreneceklerdir.
- Paylaşmak istediğim çok fazla şey var fakat şimdilik bu kadar. Dilerim belki tekrar bu köşede, belki de başka bir platformda başka ‘hayaller’ kurmak için bir araya geliriz.
- Mesleğim gereği bazen katılımcı bazen de konuşmacı olarak katıldığım bir çok ELT konferans ve seminerlerinden öğrendiğim bir sey var . O da paylaşmanın çok kıymetli ve değerli olduğu gerçeği. Biz egitimciler daha cok düşündükçe, daha cok bir araya geldikçe ve paylaştıkça yenilenip dönüşeceğiz.
- Belki bu yazımda çok farklı şeylerden bahsetmedim fakat olur da bir noktada bir meslektaşımın bile bakış açısı olumlu anlamda değişir, işte o zaman benden mutlusu olmayacaktır eminim. Çünkü bir eğitimcinin dönüşmesi, yüzlerce öğrencinin hayatını etkileyecektir.
Az kalsın unutuyordum! Her dersimin olmazsa olmazı “müzik”tir benim! Öğrencilerim özellikle şu 3 şarkıyı çok sevdiler. Sizinle de paylaşmak isterim.
Maxiz – Need You
Angus & Julia Stone – Chateau Acoustic
Portugal. The Man – So Young
Sevgiler!