Buse Keser
Hep bir şeyleri beklemekle geçiyor aslında hayat. İnsanın; kendi varlığını, dünyada kapladığı yeri keşfettiği minik yaşlarında bir bir başlıyor istekleri, gözünü kapatıp veda edene dek devam ediyor ucu bucağı olmayan bu istekler… İnsan hayatının ilk akademik başarısı olan 1.sınıf karnesi çok önemli mesela. “Pekiyi’lerle” dolu, sağ üst köşesi nazar boncuğu yapıştırması ile süslenen bu karne; insanlık için küçük fakat sahibi ve çekirdek ailesi tarafından büyük bir önem taşıyor aslında. Bütün yıl çok çalışıp okullu olup sınıfları doldurduk, eh sevinçliyiz de hepimiz yaşasın okulumuz ama bir eksik daha var tam şuracıkta bir bisiklet olması fena mı olur sevgili anne/baba?
35 yaşına gelip yolu yarılamış biri gibi görüneceğim birazdan vereceğim tepkiyle fakat “Şimdiki çocuklar bir bisiklete tav olmuyor maalesef.” İmkanlar değişti, elbette 15 yıl öncesindeki gibi olması beklenemez şimdilerde. Çağ teknoloji çağı, arzular istekler de bu doğrultuda daha “sanal” aslında. “Biz çocukken sokaklarda büyüdük. Şimdikiler sokağa zor çıkıyor.” diye devam etmeyeceğim korkmayın. Bunu zaten ben de dahil olmak üzere 90’lı yıllarda doğmuş olan tüm arkadaşlarım ebeveynlerinden yeterince duymuşlar ve duymaktadırlar. Şimdilerde onları daha iyi anlıyorum aslında. O kadar yerinde ve haklı bir isyan ki onlarınki… Gerçekliğe yakın olduğumuz sanallıkta, gerçekten çok çok uzağız aslında…
Bir şeyleri beklemek ve istemek bir yanda dursun, gelişen teknoloji beraberinde birçok şeyi de götürdü bizden kısacası. Ekşi surat sakızıyla mutlu olan çocuklar toz bulutu halinde evrene karıştı ve yerine tabletten başını kaldırmayan bir nesle bıraktı. Ne acı… Muhtemelen bu yazıyı okuduğunda ebeveynlerimin vereceği tepkiyi de az çok kestirerek; hemen batırdığım çuvaldızı bırakıp; şurada duran iğneyi kendime batırayım biraz da(!) Gelişen teknoloji sadece yeni nesli değil hepimizi de bozdu. “Ben kararında, ben yerinde ve zamanında kullanıyorum bu caaanım teknolojiyi” diyen kesimin ellerinden öperim, saygım sonsuz fakat yüzdeliğe vuracak olursak büyük bir kısmımız kendimizi epey kaptırdık bu teknolojiye.
Geçenlerde her ay takip ettiğim bir derginin yeni sayısını almak için bayiye sorduğumda öylesine sıkıştırdığı bir yerden çıkartıp verdi dergiyi bana. O derginin durması gereken yerde olmayışı beni gerçekten üzdü. Gazete ve dergiyi bile internet ortamından üstünkörü takip edecek kadar düşman olmasa mıydık acaba o sayfalara? Benimle aynı fikirde olmayan eminim ki birçok kişi vardır fakat ben dokunarak, o sayfanın kokusunu hissederek okumaktan yanayım ne bileyim. Size göre eski kafada olmak olsun adı, aslına bakarsanız bana göre sarı sayfa özlemi…
Şimdi şöyle arkanıza yaslanıp bir düşünün en son ne zaman yeşilliğe uzanıp bir şeyler okudunuz? Ve ne zaman kahvenizi yudumlarken telefon elinizde sosyal medyaya dalıp gitmekten öte; şöyle arkadaşınızla, eşinizle yahut annenizle keyifli bir sohbete daldınız? Ya da en son ne zaman dinlediniz karşınızdakini gerçekten? Herkesin koşturup durmaktan, hayatın yoruculuğunun yanı sıra rutinliğinden yakındığı bu zamanlarda neden her duyguyu köşeye çekilip “sanal” yaşar olduk? Behçet Necatigil ne doğru söylemiş:
“Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.”
Şimdi o telefonları, tabletleri bir kenara bırakıp anın tadını çıkarmaya ne dersiniz? Geçmiş hep özlem barındırır ama en azından bugünleri keşkesiz ve tebessümle hatırlamak istemez misiniz?