Sadun Duran Eczacı – Tarih Araştırmacısı
Hoepfner’in tezinin Avusturya Bilimler Akademisi tarafından yayınlanmasından 6 yıl sonra, Karl Dörner’in editörlüğünde yayımlanan Küçük Asya Kuzey Kıyısında Araştırmalar adlı ikinci eseri de bu sayıda inceleyeceğiz.
Dörner eserin önsözünde, Ereğli ve çevresini fabrika inşaatının getirdiği değişikliklerden hemen önce inceleyebildikleri için şanslı olduklarını belirtir. Ve ekler: “Çünkü 1970 yılında yaptığım bir ziyarette, Kilisecik Körfezinin artık var olmadığını gördüm. Bu körfez Ereğli’den deniz kıyısı boyunca Alaplı’ya kadar uzanan sahil yolunun inşaatı içine dahil edilmişti. Toprak üstünde artık hiçbir antik parça görülmüyor. Bu durum, yaptığımız sondajın sonuçlarına ve yayınına özel bir değer kazandıran bir gerçektir.” İki arkeologun Ereğli’de araştırma yaptıkları dönemde konuk oldukları Nalcı ailesinden Bülent Nalcı da, 1970’de ziyaret için geldiklerinde Alaplı’da karşıladıkları Dörner’in Kilisecik mevkiine gelindiğinde arabayı durdurup “nasıl böyle bir şey yapılabilir, hiç iz kalmamış..” diyerek çok üzüldüğünü anlatır.. Kilisecik antik limanını, 60 sonrası kuşaklar hiç bilmez. 60’lı yıllarda, sanayi ve gelişme her şeyden önemli görüldüğü için, tarihi ve kültürel değeri ölçülemeyecek olan bu bölge sadece bir harabe olarak değerlendirilip Ereğli ve Erdemir’i ana merkezlere bağlayan sahil yolunun altında kalmıştır. Oysa Ereğli’nin yaklaşık 4 km. güneyinde, bugün tersaneler bölgesini geçtikten sonraki noktada yeraltına gömülmüş olan bu doğal küçük liman o tarihlerde ve geçmişte “balıkçılarca dinlenme alanı olarak kullanılıyordu ve fırtınalı deniz’ de bir sığınma yeri olarak kullanılmış olmalı.” Arkeologlarımızı buraya götüren de bir balıkçıdır: “Friedrich Karl Dörner ve ben, 1962 yazında Ereğli’de bir süre kaldığımızda bize, kentin güneyindeki küçük bir körfezde bulunan bir ören yeri hakkında bilgi verildi. Bir balıkçı bizi, büyük bir yapının kalıntılarıyla antik bir limanı hayretle keşfettiğimiz Kilisecik diye adlandırılan bu yere kürek çekerek götürdü. İkinci ziyarette arazinin ve harabenin bir krokisini hazırlayabildik. Nihayet liman yapısı bize o kadar ilginç geldi ki 1963 sonbaharında Kilisecik’te küçük bir sondaj yaptık.” diye anlatır Hoepfner.
Bölgenin o tarihte kullanılan Ereğli-Alaplı yolunun kilometrelerce uzağında kalan ücra bir nokta olduğunu belirten yazar, bu yoldan çıkan bir dağ yolunun, tepelik ve ormanlık araziden geçerek Kilisecik körfezinden yaklaşık 1 km. kara içinde bulunan Göktepe köyüne uzandığını, oradan küçük bir patikayla verimli otlaklar ve bahçeler geçilerek limana kadar inildiğini ekler.
Görülen yapıların durumundan yola çıkarak antik döneme göre denizin yaklaşık 2 metre kadar yükseldiğini belirten Hoepfner antik liman yapısını sur, rıhtım kalıntıları ve iç kısımdaki küçük kilise ile birlikte ayrıntılı olarak betimler. Çalışmada küçük körfezin, sur yapılarının ve kilisenin çizimleri de yer alır. Aynı şekilde bölgede buldukları toprak ve seramik malzemelerin fotoğraf ve çizimlerini de sunar; yapım özelliklerinden ve bir sikkeden hareketle liman yapısının büyük olasılıkla Milattan Sonra 2. Yüzyıla ait olduğunu ve “Herakleia’nın da çok etkilendiği 3. yüzyıldaki Gotlar’ın akınları sırasında tahrip edildiği varsayımı”nın akla yakın geldiğini belirtir. Küçük Kilisenin ise, yapısal özelliklerine bakılarak ilk kitapta inceledikleri Orta Camii’nin üzerine yapıldığı Bizans Bazilikasıyla aynı dönemde, yani Milattan Sonra 5. veya 6. yüzyılda yapılmış olmasının mümkün olduğunu yazar. Kitapta Hoepfner’in kaleminden çıkan uzun bölümün son bölümüdür Kilisecik anlatımı.. Hoepfner “Topoğrafik Araştırmalar” adını taşıyan bu bölümde önce antik Heraklea’nın kent yapısını inceler. Helenistik ve Roma dönemindeki kent yapısını iki tane plan eşliğinde ayrıntılarıyla anlatır.
Ardından “Herakleia yakınındaki Akheron vadisi, daha inceleme gezimizin hazırlıkları sırasında özel ilgimizi çekmişti. Bu yer, kent tarihi ve ayrıca mitolojik dünyayla yakından bağlantılıydı. Vadiyi ve unutulmuş specus Acherusia’yı yeniden bulabildik.
Bunun üzerine gelecek için bir kazı planladık ve bu yüzden Herakleia hakkındaki bu arada yayınlanan topoğrafik ciltte vadinin ve mağaraların betimlemesinden vazgeçtik. Ne yazık ki planımız bugüne kadar gerçekleşmedi. Böylece, şimdi en azından eski gözlemlerimizi yayınlamak daha uygun görünüyor.” girişinin ardından bugüne kadar yapılmış en ayrıntılı Cehennemağzı Mağaraları betimlemesini sunar. Vadinin genel planı ile tüm ayrıntıların gösterildiği II. Mağaranın planları ve henüz daha bozulmamış I. Mağaradaki mozaiklerin de ayrıntılı anlatımı bulunan bölümde, Mağaraların tarihçesine de değinilir. Bugüne dek yapılmış olan Mağara Bölgesi ile ilgili tüm yayımlar, Hoepfner’in bu titiz ve ayrıntılı anlatımını kaynak alır.
Hoepfner’in Acheron Vadisi anlatımı bölümünün ardından “Ek” olarak verilen Adolphine Erichsen’in “Herakleia Pontike’de Bir Hekate Rölyefi” adlı kısım gelir. “1961 yılında Friedrich Karl Dörner tarafından fotoğrafları çekilebilen Ereğli’deki ortaokulun deposunda saklanan antik eserler arasında, 3 kişili Hekate betimlemesi ile mermerden küçük bir rölyef bulunur. İyi korunmamış durumuna karşın bu eser eşi bulunmadığı için özel bir öneme sahiptir.
Rölyefi yayınlama ricasını seve seve yerine getirdim.” diyerek giriş yapan Erichsen, Yunan mitolojisinde Trakya ve Karyalıların Artemis benzeri doğum ve doğa tanrıçası iken Ay Tanrıçası olarak kabul görmüş, halk inanışında yeraltı dünyasının, büyücülüğün tanrıçası olarak yerleşmiş olan Hekate’nin Ereğli’de bulunmuş olan bu röliefini Trakya’da bulunmuş olan diğer rölieflerle karşılaştırarak anlatır ve Hekate tapımının esasen Küçük Asya’ya özgü değil, Trakya kökenli olduğunu ve bu bulgunun “şimdiye kadar Küçük Asya’da bulunmuş en doğudaki ve tek kanıt” olduğunu belirtir ve “Bizim için özellikle önemli olan, burada Hekate ile Herakles arasında bir bağın kurulmuş olmasıdır. Bu bağ Herakleia için özellikle karakteristiktir. Çünkü Hekate, efsaneye göre yeraltının kapayıcısı ve Kerberos’un bekçisidir. Herakles, amcası Eurystheus tarafından kendisine verilen görevi yerine getirmek ve yeraltı dünyasının bekçisi Kerberos’u canlı olarak Eurystheus’un önüne getirmek için yer altı dünyasına inmek zorunda kalmışsa, bu güç işi elbette sadece Hekate’nin yardımıyla yapabilmişti.” şeklinde yazarak Herakles’le bağlantısını da dile getirir.
Eserin başlangıç bölümü ise “Herakleia Pontike(Karadeniz Ereğlisi)’nin Eski Tarihi Hakkında” adında David Asheri’ye ait bir lisans tezidir. Tez, Herakleia Pontike’nin en geniş sınırlarına ulaştığı bağımsız cumhuriyet dönemini (M.Ö. 4. ve 3. Yüzyıllar) M.Ö. 550 yılında Dor göçmenlerce kolonileştirilmesi döneminden itibaren alarak yerli Mariandinlerin bağımlı hale getirilmesi öyküsünü antik kaynakların ışığında incelemekte ve döneme ait kent ve yerleşimlerin de gösterildiği bir harita ve bölgedeki antik yerleşimlerin isimlerini içeren bir tabloyla birlikte sunmaktadır.
Ereğli’nin antik dönemine ait bu çok değerli eserin dilimizde yayınlanarak ilgilenen okuyucusuyla buluşabilmesini gönülden dileyerek yazımızı bitirelim.