Özlem Hanlıoğlu – İngilizce Öğretmeni
“Türkler İngilizce konuşamıyor!” kanısı oldukça yaygın. Pek de haksız sayılmaz bu düşünce. Neden mi? Çünkü Education First (EF)’in 70 ülke 900 bin yetişkin arasında yaptığı araştırmada Türkiye 50. sırada. İngilizce’ yi ikinci dil olarak öğrenen pek çok ülke bizim önümüzde. Peki neden ? İşte bu sorunun yanıtını British Council Türkiye ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) araştırmış; 12 ilde 48 devlet okulunda yaklaşık 21 bin öğrenci, öğretmen ve veli ile görüşülmüş. İngilizce öğrenmekte en büyük sorunun bu dersin iletişim dili olarak değil, tıpkı tarih, coğrafya dersi gibi işlenmesi, grammer ağırlıklı olması, konuların her yıl aynı şekilde tekrar edilmesi. Yani dersin yıllar içinde “eğlenceli” olmaktan çıkıp “sıkıcı” hale gelmesi olarak tespit edilmiş. Tabi ki akademik eğitim alan öğrenciler için grammer öğrenimi önemli çünkü İngilizce bildiklerini kanıtlamak için girecekleri sınavlarda dilbilgisi ağırlıklı sorulara yanıt vermeleri gerekiyor. Devlet okullarında ders saatinin az olması, yabancı dil eğitimine geç başlanması, doğru ve yeterli kaynakların kullanılmaması da önemli etkenler. Bizim kendi milli kültürümüz ile ilgili etkenler de yok değil. Mantıklı konuşmak zorunda hissetmemiz, mükemmeliyetçilik, telaffuz hatası yapma endişesi bunlardan sadece birkaçı.
Akademik sürece bütünsel baktığımızda sınav grubu öğrencilerinde İngilizce ders saatlerinin mecburiyetten tamamen test tekniğine yönelmesi, 4+4+4 eğitim sisteminin gelmesiyle İngilizce hazırlık sınıflarının kaldırılması da önemli etkenler arasında. Özel okullara giden öğrencilerin yabancı dil eğitimi konusunda daha şanslı oldukları aşikâr. Anaokulunda başlayan ve aralıksız devam eden dil eğitimi, yabancı kaynaklar ve dijital materyallerle desteklenen eğitim süreci, yüklü müfredat, yabancı öğretmenlerle yapılan beceri dersleri kolej öğrencilerini bu konuda avantajlı kılıyor. Zaten kolej eğitiminin en büyük farkı yabancı dil eğitimine verdiği önemle ortaya çıkıyor. Fakat yeterli mi? Hayır… Çünkü hedef dil hayatın içine girmediği, ders olarak görüldüğü sürece dil öğrenimindeki dört temel beceriden birisi belki de en önemlisi yani –konuşma- becerisi eksik kalıyor.
Peki, nasıl konuşacağız? İlk önce dinleyeceğiz tabi ki. Aynı bebeklerin konuşmaya başlamadan yaptıkları gibi sesleri, kelimeleri ve vurguyu öğreneceğiz. Yabancı müzik dinleyeceğiz, dizi ve filmleri alt yazılı ya da orijinal dilde seyredeceğiz, ya da şu anda çocuk ve gençlerin televizyona tercih ettiği youtube videolarını veya bilgisayar oyunlarını İngilizce olarak dinlemelerini ya da oynamalarını isteyeceğiz, elbette seçici olmak şartıyla ve zaman limiti koyarak. İngilizce öğretirken dilbilgisi temelli eğitimin yerine skills-based dediğimiz beceri tabanlı İngilizce eğitimi yani öğrencilerin konuşmalarını teşvik edici aktivite ve etkinliklere yer vermek gerekiyor. En önemlisi konuşurken hata yapma olasılığının ne kadar normal olduğunu öğrenciye algılatmak. Konuşma becerisinin hata yaparak dili kullandıkça gelişeceğini bilmeleri gerekiyor. Öğrenirken doğru telaffuzla öğrenmenin önemini bilecekler fakat konuşurken yanlış söyleme endişesinin gereksiz olduğunu, İngilizceyi konuşmak için öğrendiğimizi ve yüzlerce farklı şekilde telaffuz edildiğini hatta anadili İngilizce olan ülkelerdeki insanların bile birbirini çoğu zaman anlamadığını bu nedenle de yanlış söyleme korkusunun konuşmanın önüne geçecek bir durum oluşturmadığını anlatmak gerekiyor. Kelime bilgisi önemli ama çözülemeyecek bir problem değil; sadece zaman, ilgi ve bol tekrar sizi çözüme ulaştıracaktır. Her milletin kendi kültürüne ve diline sahip çıkmasına her ne kadar inansam da küreselleşen dünyada hali hazırda farkında olmadan kullandığımız onlarca İngilizce kelime var zaten. Ama sosyal medya ya da gazete dergi reklamlarında zaman zaman rastladığım “5 günde İngilizce öğrenin”, “10 günde İngiliz gibi konuşun (!)” reklamlarına aldanmayınız. O kadar da kolay olmasa gerek. Her iş, zaman ve emek ister. Size gerekli olan ise sadece biraz cesaret!