Selvinaz Eken – Ressam
‘’Ölüm ona hiç yakışmadı’’ sözlerini duyarız ölenlerin arkasından. Ölen çok gençti; belki anneydi, belki babaydı, çocuktu ve belki de bebekti. Ölümün yakıştığı bir insan var mıdır? Sakin ve mutlu olduğumuzda ölsek yakışır mı?
Bu gece çok hüzünlü bir gece. Uzun bir yolculuğa çıkıyorum. Bir an dalmışım, oğlumun sesiyle irkiliyorum, beni çekiştirerek ‘Anneciğim lütfen sen gitme, senin gitmene hiç alışkın değilim.’ Kızım da yanımıza geliyor ürkek bir şekilde sarılıyor, gözlerindeki korku hüzünle karışmış, üçümüz bir an öylece kalıyoruz. Hazırlıklar tamam mı diye etrafıma bakıyorum. Bütün gün alışveriş, çamaşırlar, ütüler yapıldı, kitaplar kaplandı, çantalar hazırlandı. Giysiler o kadar küçük ki sanki çekmiş gibi. Gece yarısı olmuş bavulum ortada açık duruyor bir türlü hazırlayamıyorum. Birden aklıma Paris’te bir vitrin geliyor, minyatür mezar taşlarıyla dolu; hepsi birer sanat eseri sanki. Sonra Paris’in mezarlıklarını düşünüyorum; şehirleri gibi çok düzenli… İçlerindeki hayatlar da bu kadar düzenli miydi acaba? Tekrar bavuluma dönüyorum, kapatırsam sanki her şey bitecek gibi geliyor. Kızım tekrar kalkıyor minicik elleriyle bana piyano çalıyor, besteler yapıyor. Piyanodan dökülen melodiler sanki beni bir meçhule yolcu ediyor. Sabah erkenden sessizce onlardan ayrılıyorum. Çok uzaklardayım, Paris’te Republique meydanında Madam Dao‘nun işlettiği otel odasındayım. Yere kadar uzun pencereden dışarıya bakıyorum, kuru dallarıyla cama tutunmuş bir ağaç yapayalnız, tıpkı benim gibi…
Boğazım yavaş yavaş kuruyor. Cama biraz daha yaklaşıp son kez bakıyorum izler silinmeden. Çok yaklaştım acaba bana yakışır mı ölüm?