Yazan: Sadun Duran – Eczacı – Tarih Araştırmacısı
1932 yılında genç cumhuriyetin kültürel temellerinin oluşturulması amacıyla Atatürk’ün direktifiyle kurulan Halkevleri, kapatıldıkları 1951 yılına dek yerel tarih alanında değerli çalışmalar yapmışlardır. Bunlardan bazıları Halkevleri Dergilerinde yayımlanmıştır. Ereğli Halkevinin yaptığı çalışma, dedem Eczacı Sabit Bey tarafından kaleme alınmasına karşın, yayınlanma şansı bulamamıştır.
Sabit Nihat Bey, 93 Harbinin sonucu 1880’lerin başında Kafkasya’dan göçtükten sonra Ölüce Fener memuru olarak Ereğli’ye yerleşmiş olan Derviş Hüseyin Efendi’nin oğlu olarak 1885 yılında dünyaya gelir. Doğumdaki ve nüfustaki adı “Mehmet Nihat” olan Sabit Bey, Ereğli’de yaygın olarak bilinen ismine kavuşmasına neden olacak okula, Ereğli’de Nimet Hoca’nın öğrencisi olduğu İptidai Mektebini bitirdikten sonra başlamıştır. İstanbul’daki Askeri Rüştiye’dir bu okul. Harp Okulunu bitirmesinin ardından kendisine verilen “zabit” (subay) ünvanı, Ereğli’de yaşamı boyunca “Zabit Bey” olarak adlandırılmasına neden olur ve zaman içinde, “Sabit Bey”e dönüşür.
Harp Okulunu bitirdiği dönemde Birinci Dünya Savaşı patlar ve Zabit Nihat Bey, Sina-Filistin Cephesinde görevlendirilir. Osmanlı Ordusu Birinci Dünya Savaşının sonunda dağıtıldığında o dönemde subaylara verilen bir haktan yararlanarak Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’ye girer ve 1923 yılında Eczacılık Sınıfından mezun olur. Mektebi bitirmesinin ardından Ereğli’ye dönerek 1924 yılının 26 Ağustos’unda, bugünkü Oğuzlar İşhanı’nın olduğu noktadaki “Uncular-Horitler”in dükkanında eczanesini, o dönemdeki Devlet Hastanelerinin “Memleket Hastanesi” adını taşımalarından esinlenerek “Memleket Eczanesi” ismiyle açar.
1951 yılına kadar süren yaşamı boyunca, Ereğli’nin sosyal yaşamına Halkevi çalışmaları, Belediye Meclis Üyeliği gibi görevlerle katkıda bulunan Eczacı Sabit Bey’in bıraktığı en önemli eser kanımca 1945 yılında yazdığı, bugüne dek Ereğli ile ilgili çeşitli araştırmalarda yararlanılmış, Wolfram Hoepfner ve Mübeccel Kıray gibi araştırmacılar tarafından kaynak olarak gösterilmiş; ancak defalarca niyetlenilmesine rağmen, bir türlü yayınlanamamış Ereğli Tarihi’dir. On yaşlarımda Dedemden kalan Kütüphanede rastladığım Osmanlıca kitaplardan, sonradan Charles Texier’nin Küçük Asya’sının ilk baskısı olduğunu anladığım kitap dışında Herodot Tarihi, Ksenofon’un Anabazis’i, Ahmet Refik’in Büyük Tarihi Umumi ve Bizans Karşısında Türkler adlı eserleri, Wells‘in Cihan Tarihinin Umumi Hatları, Yusuf Ziya’nın Yunandan Evvelki Türk Medeniyeti, Mehmet Tevfik Paşa’nın Yunanı Kadim Tarihi, Ahmet Cevdet Paşa ve Ahmet Rasim’in Osmanlı Tarihleri, Profesör Zeki Velidi Toğan’ın Umumi Türk Tarihine Giriş’i, Ahmet Naim’in Uzun Mehmet’ten Bugüne Kadar Zonguldak Havzası, Kastamonu ve Bolu Salnameleri, Şemsettin Sami’nin Kamusu’l Alam 1316 tab’ı, Britannica Ansiklopedisi gibi bir çok kaynaktan yararlanarak kaleme aldığı 193 daktilo sayfasından oluşan eseri, iki ana bölümden oluşur.
“E S K İ E R E Ğ L İ (Anakucağında Erakli) (Eraklea Pontika)” alt başlıklarıyla başlayan Birinci Cildde, bir önsözün ardından ‘Anadolu Tarihine Kısa Bir Bakış’ başlığı altında ‘Pelajlar, Dardanyalılar, Frikyalılar, Lidyalılar’ alt başlıkları ile Eski Anadolu uygarlıkları özetlendikten sonra, Ereğli’nin de dahil olduğu ‘Bitinya Kıtası ve İlk Ahalisi’ne değinilir. Ereğli’nin adının incelendiği kısa bir bölümden sonra, ‘Ereğli Sitesi’nin Tarihi’ bölümü başlar. ‘Romalılar Devrinde Ereğli’ ve ‘Osmanoğulları Devrinde Ereğli’ bölümlerini ‘Ereğli’de Mevcut Eski Eserler’ ana başlığı altında ‘Ereğli’nin Rıhtımları ve Yeraltı Yolları’, ‘Akarosya Mağarası’, ‘Ereğli’nin Akropolü ve Kaleleri’ ve ‘Ereğli Kalesi’nin Dışındaki Anıtlar’ bölümleriyle Ereğli’de o dönemde birçoğu ayakta olan antik eserler çok hoş bir üslûpla, yerleri “İsmail Dağcı’nın arka bahçesinin yol ile birleştiği noktadan doğuya” gibi yer bildirimleriyle ve ayrıntılarına girerek anlatılır. Birinci Cilt, ‘Tanrıların Göçmenliği ve Yarattığı Medeniyetler’ başlığı altında Yunan Mitolojisi tanrılarının ve Ereğli ile ilgili bağlantılarının konu edildiği ‘Erakli-Eraklis-Erhal-Herkül’, ‘Apollon-Güneş Tanrısı’, ‘Artemis-Mehtap, Ay ve Fazilet Tanrısı’, ‘Poseidon-Nepton, Deniz ve Balık Tanrısı’ ve ‘Diyozinos-Bakos, Bağ ve Şarap Tanrısı’alt başlıklarına sahip bölümle sona erer.
Birinci Cildin eki olduğu İçindekiler kısmında belirtilen Haritalar ve Resimler ise, yaşamı boyunca topladığı ve daha sonra amcam Ecz. Orhan Bey tarafından Ereğli ve İstanbul Arkeoloji Müzelerine bağışlanan zengin antik sikke koleksiyonundan bazı örnekleri içeren ‘Ereğli’de Çıkan Çeşitli Paralar’, ‘Ereğli Sitesi’nin Bastırdığı Paralar’ ve ‘Roma ve Bizans’a Ait Paralar’ olarak adlandırdığı 4 fotoğraf ve bugün elimizde olmayan ‘Ereğli Sitesi’nin Haritası(No:4)’, ‘Ereğli’nin Rıhtım, Liman ve Kalelerinin Planı (No:2-4)’ ve ‘Ereğli Akropolünün Planı’ olarak adlandırdığı 3 adet harita ve plandır. Bunun dışında, hâlen kitaplığımda bulunan ve Dedemin yararlandığı kaynaklardan ‘Yunanı Kadim Tarihi – Esatiri Yunaniyan’ (Eski Yunan Tarihi-Yunan Mitolojisi) kitabından babam Ecz. Gökhan Duran’ın kopyalayarak çizdiği antik Yunan tanrıları resimleri ve ‘Akropol sarayının bugünkü görünüşü’ çizimi de bu cildin ekidir. “Y E N İ E R E Ğ L İ” alt başlıklı İkinci Cilt ise, kentin 19. Yüzyıldan sonraki tarihini içerir ve Osmanlı ve Kurtuluş Savaşı dönemine ait ‘Ayanlar Devri’nde Ereğli’, ‘İkinci Mahmut’un Ereğli Üzerine Askeri Harekatta Bulunması’, ‘Hacı İsmail Oğulları’, ‘Kömürün Keşfinden Sonra Ereğli, ‘Devrim ve Cumhuriyet çağında Ereğli’, ‘Alemdar Vakası’ gibi tarihi bilgiler içeren bölümlerin ardından ‘Ereğli’nin Ekonomik Durumu’, ‘Maden Kömürünün keşfinin Ereğli Üzerindeki Etkileri’, ‘Ereğli Kazasının Ekonomi Durumu’, ‘Ereğli’de Başlıca Sanayi’, ‘Ereğli Limanının Önemi’, ‘Ereğli’nin Sosyal ve Kültürel Durumu’, ‘Ereğli’nin Nüfusu’, ‘Ereğli’nin Adetleri’, ‘Ereğli’de Halk İnançları’, ‘Ereğli’nin Düğünleri’, ‘Ereğli’de Yer ve Köy Adları’, ‘Belde ve Belediyemiz’ başlıkları altında oldukça ayrıntılı demografik bilgiler verilir ve ‘Ereğli’nin Velinimeti Hoca Nimet Efendi’ başlığı ile Rüşdiye Öğretmenine saygısını sunduğu kısa bölümün ardından Sonsöz ile sona erer.
İkinci Cildin eki olarak İçindekiler kısmında belirtilen Haritalardan ikisi, bugün elimde olmayan ‘Bugünkü Ereğli’nin haritası ve liman kenarındaki Kadıtarlası’nın planı’ ve ‘Ereğli’nin ekonomik durumu ve gelecekteki sanayi bölgelerini gösteren harita’ başlıklı haritalardır. Bunların dışında, listede geçen ‘Zonguldak İli Haritası’ ve ‘Ereğli ilçesinin genel haritası’ Ecz. Gökhan Duran çizimi olarak kitabın ekindedir. Gökhan Bey’in çizdiği bir diğer harita da İlçedeki köy okullarını gösterir. Son olarak belirtilen ‘Ereğli limanının önemini belirten Köstence limanıyla bir pafta içerisinde karşılaştırılması’ haritası ise, bugün Eczanemizin duvarını süslemektedir. Aynı dönemde Ereğli’de görev yaptığını bildiğimiz Tahsin Aygün Hocamızın 1960 yılında yayımladığı ve önsözünde 10 yıl önce hazırladığını belirttiği “Karadeniz Ereğlisi Tarihi” kitabında kaynak olarak belirtilen eserler, bir-iki tanesi hariç; Sabit Bey’in yararlandığı eserlerle aynıdır. Aynı dönemde yazıldıklarını bildiğimiz bu iki eser için, ortak bir çalışma yapılmış olabileceğini de düşünebiliriz. Ancak Sabit Bey’in Tarih’i, çok daha ayrıntılı kaleme alınmış, o dönemde yaşayanlarla yapılan sözlü tarih çalışmaları ve yerinde keşiflerle süslenmiş, döneme ait demografik verilerle zenginleştirilmiş bir eserdir. İki eserin en önemli ortak yanı ise bence Ereğli’nin havasını soluyup suyunu içmekten kaynaklanan derin bir Ereğli sevgisidir. Bu sevgi, Sabit Bey’de de, Tahsin Hoca’da da satır aralarında –tabiri caizse– “buram buram” hissedilir. Tahsin Aygün’ün ‘Ereğli Hakkında Genel Bilgiler’ bölümünü ya da Sabit Bey’in 70 yıl öncesi Ereğli’yi anlattığı, imlâsına dokunmadan aşağıya aldığımız satırları okurken bunu çok rahat duyumsayabilirsiniz:
“Beldemiz; yurdumuzun en güzel kasabalarındandır. Baba ve Çengel burunları arasında, güneye yönenmiş yarım bir dairenin iç kesimlerine yerleşen kasabamız; deniz kıyısından başlayarak 100 metro yüksekliğe kadar tatlı bir meyille çıkarki beldenin her evinden denizi görmek mümkün olduğu gibi bir çok evden denizde gezen sandalları seyretmekte mümkündür. 145 metre yükseklikte bulunan Kula dağının güney yamaçlarına yerleşen; doğusundan Göz, batısında Keşif tepeleri ile birlikte yeşillikler içine gömülen kasabayı denizden seyretmeğe doyulmaz. Kula dağı ve arkasındaki Kestaneci dağları, Karadeniz’in sert rüzgarlarını keser ve kasabayı korurlar. Keşif tepesini meydana getiren ve limanı kucağına alan dağ ise güney rüzgarlarından başka bütün fırtına ve dalgalara karşı bir ana kucağı gibidir.”
Eczacı Sabit Bey’in 1945 yılında kaleme aldığı “Ereğli’nin ilk yazılmış tarihi”ni yayınlamaya karar verip de okumak üzere elime aldığımda, başlangıçta çok zorluk çektim. Diliyle ilgili değil, konu edilen kavimler, bölgeler ve tarihi dönem bana çok yabancı olduğu için. Zaman içinde, konu ile ilgili kitapları edinerek yaptığım okumalar sonucu, anlaşılabilir hale geldi. Bu zorluğu okuyucuya yaşatmamak adına, açıklayıcı dipnotlar ekleyerek yayımlamak üzere 2004 yılının 19 Mayıs günü başladığım çalışma, Dede mirası Eczanemi sürdürme ve günlük hayat gailesinden zaman bulabildikçe çalışmamdan ötürü, 10 yıl kadar sürdü. Kaynakları toparlamak, okumak, yorumlamak; anlatıda geçen mevkileri saptayabilmek için Eski Ereğli’yi bilenlerle yapılan söyleşiler, konunun derinliğine indikçe uzayan bir sürece dönüştü. Öyle ki, tamamlandığında oluşan ilk cilt için bin sayfaya yakın bir dipnot birikiminin basılabilir hâle getirilmesi için ayrı bir çalışma gerekti. Eserin basımı için Ereğli Belediyesi ve Kültür Bakanlığı nezdinde yaptığımız çalışmalar, ne yazık ki sonuçsuz kaldı. İkinci cildin araştırması sürecinde ele aldığımız Kastamonu ve Bolu Salnameleri’nde Ereğli hakkındaki bilgileri derleme çalışması, 2015 Aralığında bir basılı eser olarak, Dedemin kitabından bazı alıntılarla birlikte yayımlanma şansını buldu. Aynı çalışma sürecinde Gürdal Özçakır Hocamla birlikte derlediğimiz Ereğli’yi tarih içinde ziyaret eden Seyyahlarla ilgili bir çalışmamız da hâlen sürmekte ve umarız bir yıl içinde basılı olarak okuyucuya ulaşabilecek…