Merhabalar. İsmim Evrim Kuran. Ben bir kuşak araştırmacısıyım. 40 yaşındayım ve X kuşağıyım. 2000’li yılların başında akademik çalışmalar yaptığım bir dönemde jenerasyonlarla tanıştım. Çok etkilendim ve kuşakların var olduğunu, gerçek olduğunu ve çalışmaya değer olduğunu anlatmaya karar verdim. Son 10 yıldır Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun çok çeşitli organizasyonlarıyla, kurumlarıyla jenerasyonel sistem çalışmaları yapıyoruz. Yani benim işim gücüm kuşaklar. Kuşakları çalışırken şunu gördüm ki, insanın yaşı ilerledikçe, deneyimi arttıkça etrafında ideolojik bir kule oluşturmaya başlıyor. Ve bu kulelerin çok kalın taştan duvarları var. Bu duvarları da bilgi ve deneyim oluşturuyor. Bilgi ve deneyim insanın sahip olduğu en kıymetli şey belki. Ama aynı zamanda insanın sahip olduğu en büyük lanet. Çünkü bilgi ve deneyimden oluşan bu tuğlalar sayesinde biz, etrafımızdaki bize benzemeyenlerden bir parça uzaklaşmaya başlıyoruz. Bizim mahallede doğmayanlar, bizim gibi olmayanlar, bizim gibi düşünmeyenler, bizim yaşadığımız çağı ve dönemi deneyimlememiş insanlarla uzaklaşma ve ayrışmaya başlıyoruz. Ve işte hayata o ideolojik kulelerden bakmaya başlıyoruz. Jenerasyonel sistem çalışmaları, kuşak çalışmaları tam da buna hizmet ediyor. Yani benim gibi olmayanları anlamaya, görmeye hizmet ediyor.
Anlamaktan ve görmekten bahsediyorum. Çünkü kuşak çalışmalarında bir mottomuz var. Günün sonunda şunu söyleyebilir miyiz? Biz yeni nesli gördüğümüz zaman onlara bakıp şunu söyleyebilir miyiz: Seni kendime ait yargılarla değil, sana ait gerçeklerle görüyorum. Görürsek anlayabiliriz ve ancak anladığımızı sevebiliriz. Bu muhteşem coğrafyada benzemezlerin birbirini anlamasına ve sevmesine ziyadesiyle ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum. Madalyonun diğer tarafında da bir kısım insan var ki, jenerasyonel sistem çalışmalarını Amerikan icadı diye eleştiriyorlar. Son 16 yıldır yaptığım çalışmalarda en çok mücadelesini verdiğim alanlardan biri de şu ki, jenerasyonel sistem teorisi her ne kadar 1970’lerin başında Batılı uzmanlar tarafından yapısallaştırılmış olsa da, kökleri taa 14. Yüzyıla ve bu coğrafyaya dayanıyor. Batı sosyolojisinin babası olarak çok önemli referanslar yapılan İbn-i Haldun’un 14. yyda yazdığı Mukaddime isimli eserini okursanız, jenerasyonel sistem teorisinin ilham kaynağının aslında Doğu olduğunu anlayabilirsiniz. Bizim işimizde de yine ışık Doğu’dan yükseliyor.
Jenerasyonları X,Y,Z kısaltmalarını kullanarak tanımlıyoruz. Türkiye’de şu anda 79 milyon insan var. Sessiz kuşaktan bebek bombardımanına, X kuşağından Y’lere ve Z’lere uzanan 5 kuşak yaşıyor bu ülkede. 79 milyonluk ülkede bizim son 10 yıldır yaptığımız çalışmalarda en fazla odaklandığımız jenerasyon ise Y jenerasyonu. Y jenerasyonu ülke nüfusumuzun yüzde 35’ini kapsıyor. Yani bu ülkede 27 milyon genç insan var. 27 milyon genç insan tersten bakarsa işte o zaman o peşinde olduğumuz yenilikçiliği, bu ülkeye barışı, bu dünyaya, bu coğrafyaya bütünleşik etkileşimi getirebilir diye düşünüyorum.
Bu gençler mutlular mı, kendilerine bir alan bulabiliyorlar mı; bizim çok temel çalışma alanlarımızdan biridir. Kurumlarla çalışırken hemen her hafta üst nesillere, yani genç olmayanlara, benim gibi orta yaşlı ve bir miktar daha yaşlı olanlara; Türkiye’nin gençleriyle ilgili ne düşündüklerini soruyorum. Son 10 yıldır bu soruyu binlerce kere sormuşumdur. İleri yetişkin jenerasyona Türkiye’nin gençleri hakkında ne düşünüyorsunuz dediğim zaman, genellikle ilk aldığım yanıt şöyle: “Biraz saygısızlar sanki…” Bir başka yanıt; “Türkiye’nin gençleri sadık değil. Çok çabuk bir markadan ya da organizasyondan uzaklaşabiliyorlar.” oluyor. Bir başkası: “Tatminsiz, bir türlü memnun edemiyoruz, bir türlü tatmin olmuyorlar, tamahkar da değiller…” Bir başkası: “Patavatsız. Dilleri kürek gibi. Her yerde her şeye itiraz ediyorlar ve çok konuşuyorlar.” Bir başkası: “Çok bireysel bir jenerasyon geldi” diyor… Ve yine en sık duyduğum kavramlardan biri de “bencil”… Bir tanesi daha var ki özellikle 2013 Haziranından beri belki Türkiye’nin gençleri bu önyargıyı bir miktar çürütmüştür … Apolitik oldukları çok söyleniyor. “Bunlar apolitik kardeşim, hiç memleket meseleleriyle alakaları yok.”
Bütün bunlar paradigma olabilir mi? Ve nereden baktığımıza göre değişebilir mi? Jenerasyonel sistem, paradigmaları çatlatmak üzere harikulade bir araç. Ve biliyor musunuz yeni hiçbir şey yok. Yani 3 bin yıldır biz, bizim gibi olmayanlara, bizim mahalleden olmayanlara, aynı ideolojik kulelerden bakmaya devam ediyoruz. Aristo milattan önce 350 yılında bakın ne demiş. “Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda, kaba bir şekilde yemek yiyorlar, yetişkinlere karşı saygısızlar. Ebeveynlerine karşı çıkıyorlar ve öğretmenlerini sinirlendiriyorlar.” O Aristo ki, Büyük İskender gibi öğrencilerle çalışmış. Ama hala memnun değil, şikayetçi ve yargılıyor. Çünkü kendine ait yargılarla kendi gibi olmayan çocukları görme eğiliminde. Benim daha çok sevdiğim biraz daha yaşlıca bir beyefendi daha var açıkçası. Kendisinin ismi Hesiod… Hesiod milattan önce 800’lerde şöyle demiş: “Günümüzün gençleri öyle umursamaz ki, ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere; büyüklere karşı saygılı olmayı, ağırbaşlı davranmayı öğretmişlerdi. Şimdiki gençler kurallara boş veriyorlar. Çok duyarsızlar. Ve beklemesini bilmiyorlar.”
Gördüğünüz gibi, 3 bin yıldır değişen bir şey yok. Ben bir araştırmacıyım. Dünyanın 55 ülkesinde her sene 1 milyondan fazla gençle araştırmalar yapan bir organizasyonun parçasıyım. Sadece Türkiye’de her sene onbinlerce gençle bu araştırmayı uyguluyoruz. 2015 yılında Türkiye’nin farklı üniversitelerinden, farklı okullarından 42 bin gençle çalıştık. Ve biz bu gençlere dedik ki, ‘Peki çocuklar siz de kendinizi tanımlayın, sizce siz nasılsınız.’ Bakalım ne dediler… Y kuşağı, geçen sene Türkiye’nin Y kuşağı bakın kendilerini bize nasıl tanımladı: Yüzde 73 sorumluluk sahibi ve sadık…
Ben bir araştırmacıyım ve data konuşur dostlar. Ve data diyor ki, Y jenerasyonuna sorulduğunda kendini ‘sorumluluk sahibi ve sadık’ olarak değerlendiriyor. Şimdi benim gibi 40 üstü olanlar bunu gördüğünde, duyduğunda az önce verdiğiniz tepkiyi veriyor. Gülüyor. “Hadi canım olur mu öyle şey, bak gördün mü farkındalıkları da yokmuş çocukların…” Ben de diyorum ki, sorumluluk ve sadakat kavramlarını 20. Yüzyılın paradigmalarıyla tanımlamaktan vaz mı geçsek? Acaba tanımları 21. Yüzyılın bağlamına göre yeniden ele almamız gerekebiliyor olabilir mi? En nihayetinde, gençlere gidip ‘Peki neye sadıksın, sadakati tanımla’ dediğimiz zaman aldığımız yanıt şu: “Kendi değerlerime, hayallerime, kurmak istediğim iklime ve bana sadık olana sadığım. Benden lütfen en büyük olduğun için, en kral olduğun için, en çok parayı sen kazandığın için sana sadık olmamı bekleme. Benden bir tabelaya sadık olmamı bekleme” diyen Türkiye’nin gençlerini hala öyle duyamıyoruz ki… Türkiye, gençlerini seven bir genç ülke mi? Bu gece uykunuzda bu sorunun sizi rahatsız etmesini çok temenni ederim. İnanılmaz bir teknolojik değişiklik var. Çok akıllıyız aslında. Genç ülkeyiz ya, yaş ortalaması 31. İnanılmaz bir teknoloji… Aletlerimiz çok akıllı, müthiş işler yapıyoruz falan… Son 4 kuşaktır, nereden nereye geldiğimizi size çok kısaca tanımlamak istiyorum. Belki kuşak geçişlerini de daha rahat görebiliriz böylelikle. Şimdi bir takım iletişim unsurlarını, oyuncakları paylaşacağım sizinle. Ve bu oyuncakların 50 milyon kullanıcıya kaç yılda ulaştıklarını belirteceğim.
Bebek bombardımanı kuşağına gidelim. Radyo, 50 milyon kullanıcıya sizce kaç yılda ulaşmıştır? 35 yılda ulaşmış. Sonra benim kuşağım geliyor. Benim gibi X kuşağı olanlar, (40’larında olanlar) bilirler; ben Sue Ellen’ın gözlerinin renkli olduğunu anladığım günü dün gibi hatırlıyorum. Eve ilk renkli televizyonun girdiği dönem… Televizyon 50 milyon müşteriye kaç yılda ulaşmıştır sizce? Televizyon 13 yılda 50 milyon kişiye ulaşabilmiş. Derken… 1980’den sonra doğmaya başlayan, bizim ön Y’ler dediğimiz şu anda 30’lu yaşlarını eda eden bir Y jenerasyonu başka bir iletişim unsuruyla tanıştı: Facebook… Mark 50 milyon müşteriye Facebook’ta sizce kaç yılda ulaştı? 3 yıl. Derken, son Y’ler gelmeye başladı ve bu son Y’ler, yani 90’dan sonra doğmaya başlayan genç dostlarımız, biraz sıkıldılar Facebook’tan. Çünkü anneleri ve anneanneleriyle karşılaşmaya başladılar. Ve başka bir iletişim aracı, başka bir oyuncak buldular kendilerine. Instagram… Instagram ise 50 milyon müşteriye sadece 6 ayda ulaştı. Ve bizim çocuklar; Z jenerasyonu, kristal çocuklar, dünyayı güzelleştirmeye gelen harikulade yaratıklar, 2000’den sonra doğanlar… Onlar bunlarla pek ilgilenmiyor. Hatta benim oğlan geçenlerde bana kızdı. “Bundan sonra benden habersiz Instagram’a hiçbir fotoğrafımı koymayacaksın” dedi. Çünkü onlar oyunlaştırma teknikleriyle iletişim kurmak istiyorlar. Angry Birds 50 milyon müşteriye sıkı durun: 35 günde ulaştı…
Yani dostlar, 2016’dayız ve 50 milyon insana 35 günde ulaşabildiğimiz bir dönemi yaşıyoruz. Ve gelin görün ki 35 günde 50 milyon insana ulaşabildiğimiz bir dönemde kullandığımız dil, motivasyon araçları, işe alım, tutundurma, algılama araçlarının neredeyse tamamı 50 milyon müşteriye 35 yılda ulaştığımız dönemlerden kalma. Yani yöneticilerin de en az kullandıkları telefonlar kadar akıllı olması ve bu dili değiştirmesi gerekiyor. Çünkü Albert Einstein’ın dediği gibi, aptallığın bir tanımı var: Sürekli aynı şeyleri yapıp, farklı sonuçlar beklemek… Ben bununla sık sık organizasyonlarda karşılaşırım. “Bu sene bizim şirketin gençlerinin yine çalışan bağlılığı oranları düştü. Yine çalışan devir oranlarımız yükseliyor. Bu çocuklar kesinlikle motive olmuyorlar, bunlardan bir şey olmaz.” Bizim sıklıkla konuştuğumuz ve tartıştığımız şeyler bunlar. Ben de o zaman müşterilerime; son 20 yıldır hala gençleri yılda bir kere pikniğe götürüp, bütün bir yıl motive olmalarını bekliyor olabilir misiniz? diye soruyorum.
Türkiye’de yaş ortalamamız 31. Ve 5 kuşak birden birlikte yaşamaya çalışıyoruz. Z jenerasyonu ise, derhal hazırlanmamız gereken harikulade bir kuşak olarak geliyor. İki yıl sonra onları istihdam etmeye başlayacağız ve şu anda Türkiye’de çocuk, bebek, ergen, toplam Z jenerasyonu sayısı 20 milyon. Ve buna rağmen yine o soruyu tekrarlamamız lazım. Gençlerini, çocuklarını seven bir genç ülke miyiz? Yoksa biz hala kurumsal yaşantıda, TBMM’de, üniversitelerde, liselerde, belediyelerde, şirketlerde, hem de en inovatif olanlarda, eski nesil hegemonyasını devam ettiriyor olabilir miyiz?
Bebek bombardımanı kuşağı çok kıymetli bir kuşak. Doğuştan hikayeci bir kuşak ve size ufak bir sır vereyim… Sistemde Y jenerasyonunun en iyi anlaştığı kuşak. Ve fakat, o dönemdeki erken yaşta emeklilik sistemi nedeniyle iş yaşantısında bir miktar sayıları azalmış bir kuşak. Derken biz geliriz. Kapitalizm kendisini iyice göstermeye başlar. Sistemin hunharca depolitize ettiği çocuklar, X kuşağı… Ve öyle bir kuşaktır ki bu, çocukken oyuncaklardan bile geri bildirimi ‘gerizekalı’ diye alır. Hatırlar mısını bilmem ‘Solo Test’le oynayan bir kuşak bu. Piyonlar, atlat bırak, atlat bırak… Kalan piyon sayısı kadar zekisin. Ve oyuncağın içinden iğrenç bir prospektüs çıkar. 9 bırakırsan idiyotsun, 8 bırakırsan embesil, 7 bırakırsan gerizekalı, 1 bırakırsan Einstein’sın. Çünkü tek tip bir zeka vardır 20. yüzyılda: matematiksel zeka. Matematiğin iyiyse, iyisin. Yoksa gerizekalısın. Benim tipik bir X kuşağı yetiştiren bebek bombardımanı annem, “sınıftaki çocuklar sürekli 1 bırakıyor ve ben hala 8 bırakıyorum” diye eve ağlayarak geldiğimde, sizce bana ne diyordu? “Sen de çalış, sen de daha az bırak!” Saldım çayıra Mevlam kayıra kuşağı… Oysa son iki kuşaktır çocuklarımızı böyle yetiştirmiyoruz.
Benim evdeki Z kuşağı 9 yaşında. Benim oğlum bugün eve bu şekilde ağlayarak gelse, sizce ben ne yaparım? “Bir dakika. Ne demek gerizekalı? Sen bir kere doğuştan mükemmelsin. Şimdi ben önce bunu çalışayım, nasıl 1 bırakılıyor öğreneyim. Sonra ikimiz beraber oturalım, yapalım. Bu arada whatsapp’taki veli grubuna da bir sorayım. ‘Siz kaç bıraktınız, nasıl bırakılıyor, nasıl oluyor?’ Haa şunu da unutmadan Twitter’da da oyuncak şirketiyle ilgili yazayım. ‘Allah belanızı versin, ne biçim oyuncak yapıyorsunuz, nasıl insanlarsınız siz?’ diye.”
Biz bu ebeveynlik modeline ‘helikopter ebeveynlik’ diyoruz. Eğer bir gün normal ebeveynler olmayı öğrenirsek, yani bütün ahrazlarımızla, sadece anne ve baba olmayı öğrenirsek, işte o zaman iş birliğinin bir dili olduğunu daha rahat göreceğiz diye düşünüyorum. X kuşağı yani benim gibi 40’larında olanlar son derece depolitize edilmiş bir kuşak. Çünkü okula gönderilirken ‘Aman çocuğum olaylara karışma’ motivasyonuyla gönderilmiş bir kuşağız. Olaylara karışmadan okulu bitiririz. Ve işe gireriz. İşte ne yaparız dersiniz? Olaylara karışmayız. Olaylara karışmak için müdür olmayı, direktör olmayı, genel müdür olmayı bekleriz. Sonra bizden sonra bir kuşak gelir. İsimleri Y jenerasyonu. Daha gelmeden her olaya karışır. Mülakatı biz mi onlarla yapıyoruz, onlar mı bizle belli değil. İşte o yüzden bütün dünyada onlara ‘generation Y’, İngilizce alfabedeki ‘neden’ kelimesinin karşılığı olan ‘generation why’ denir. Türkiye’deki Y jenerasyonunun tamamı Haziran 2013’te Gezi’deydi demeye çalışmıyorum. Ama çevik kuvvete şiir okuyan gençlerle tanıştık biz Haziran 2013’te. Biz, “Merak etme anne önden gitmiyorum, hep beraber yürüyoruz” diyen kabile gençlerle tanıştık. Ve biz onlara ‘birey ol, rekabet et, ayrış, farklılaş’ dedikçe, onlar daha da kabile kültürünü bize anlatmaya çalıştılar.Harikulade bir komünite olduklarını bize gösterdiler. Bu gördüğünüz ise Karşıyaka taraftarları. Futbol stadlarında hakeme küfretmeyle ilgili yasak geldikten sonra QR kodla küfretmeye başladılar. O zaman görünür görünmez bütün şapkalarımızı bu jenerasyonun önünde çıkarmalıyız diye düşünüyorum. İş birliğinin yolu bence buradan geçecek. Bence son 4 kuşaktır, ihtiyacımız olan empati, bilişsel esneklik, duygusal zeka, yaratıcılık ve daha fazlasını getiren harikulade bir kuşak bu. Ama önce onları bu coğrafyada yaşatmamız gerekiyor. Çünkü bu coğrafya, çocuklarını sevmeyen bir coğrafya. Ben sizi bir başka Z kuşağıyla tanıştırmak istiyorum. İsmi Hüdea. Eğer hala yaşıyorsa, Hüdea şu anda 6 yaşında olmalı. Bu fotoğrafı, fotoğraf sanatçısı Osman Sağırlı 2014 yılında Suriye sınırında bir mülteci kampında çekti. Fotoğraf makinesinin tele lensini gördüğü zaman Hüda, silah zannetti ve ellerini havaya kaldırdı, teslim oldu. Ve bugün Hüda gibi 1,5 milyon Z kuşağı, Türkiye’nin sokaklarında. Ve Türkiye’nin bazı okullarındaki ebeveynler, ‘benim çocuğum bu çocukla aynı sınıfta okumasın’ diye kampanyalar düzenliyor. Sonra da kuşakları anladığımızı iddia ediyoruz. Lütfen samimi olalım…