Aysel Başkaya Türkekul – Edebiyat Öğretmeni
Edebiyat dersi öğretmenliğine 1988 yılında başladım. Severek, isteyerek, bu yıllara gelinceye kadar çok emek vererek… “Duygu ve düşüncelerimizi, hayallerimizi dili etkili kullanarak ve karşımızdakinde estetik değerler oluşturacak şekilde sözlü veya yazılı ifade edebilmek” edebiyatın en basit tanımıdır. Oysa edebiyat, tüm sanat dalları gibi bizi biz yapan, diğerlerinden farklı duyuş ve görüşe sahip olmamızı sağlayan, hayatı soran ve sorgulatan en önemli deneyim kaynağımızdır. Bir şiirle, bir romanla, bir tiyatroyla çıktığınız içsel yolculuğu ve bu yolculuğun uyanışlarını başka hiçbir yerde bulamazsınız. Tabii burada bahsettiğim gerçek sanat eseri olan şiirler, romanlar, tiyatrolar….
Ben, Torosları sadece uzaktan gördüm ama arabayla geçerken bile Yaşar Kemal’in satırlarından kekik kokuları dolar burnuma. Yaylaları dolaşırım, buzdan soğuk suları değer avuçlarıma. Pamuk tarlalarında başıma güneş geçer, kavruk nasırlı ellerim toprağı okşar.
Martı Jonathan’la sınırlarımı zorlar, farklı olmanın özgürlüğünü içerim mavi gökyüzünün derinliklerinde.
İstanbul kulaklarımda bir sestir, Orhan Veli’nin dizelerinden. Ondan dolayıdır hep İstanbul’u dinlemek isteyişim.
Yunus, bir sevgi selidir içimde, yaratılanı hoş gören yaratandan ötürü.
İnsanın kendi vicdanının hapsinin tüm hapislerden daha kuvvetli olduğunu nasıl bilebiliriz Dostoyevski’nin satırlarında hayat bulan Raskolnikov’u tanımadan?
Sıralanabilecek o kadar çok şey var ki… Aşklarımızı, ayrılıklarımızı, ölümün soğukluğunu, vatan sevgimizi, hürriyeti, kısaca var oluşumuzun getirilerini sanatçılarımız olmasa ta yüreğimizde, beynimizin kıvrımlarında nasıl duyumsardık? Ömür kısa, imkanlar yaşamı tüm yönleriyle deneyimleyebilmek için kısıtlı. İşte bu noktada bulunmaz bir hazinedir edebiyat.
Bizler, kitap okuyabilmek için tüm imkanları zorlayan bir nesildik. En güzel hediye kitaptı. Oysa şimdi önceden belirtiliyor okullarda yapılan hediye çekilişlerinde bile kitap alınmasın diye. İçler acısı… Daha da ötesini söyleyeyim: İki satır yazı yazamayan, şiir sevmeyen, senede olsun bir iki kitap okumayan, bir köşe yazarını takip etmeyen, bir iki tiyatro izlemeyen edebiyat öğretmenleri yıllarca derse giriyor. Türkçe, edebiyat dersini yalnız dil bilgisi konusunu anlatmak sanan öğretmenlerle zaman geçiriyor çocuklarımız. Hayal kurmayı bile öğrenemeyen, kendini ifade edemeyen, okuduğunu yorumlayamayan kuşaklara teslim geleceğimiz. Sebep bulmak istersek buluruz: Sınavlar deriz, sistem deriz; kaybettiklerimizin, kazandıklarımızdan daha büyük olduğunu fark etmeden.
Sizler, anneler, babalar, öğretmenler, irdeleyin kendinizi. Mutlaka içinizde, iyi taraflarını örnek aldığınız, kötü taraflarından ders çıkardığınız bir edebiyat kahramanı vardır. Bir şiirin dizeleri arasında kaybolmuşluğunuz vardır. Bir tiyatroda atılan tiratta sizin dünyanızın repliği vardır. Bir hikayenin sonu sizin istediğiniz gibi olmuştur. Kaf Dağı’nın ardına uçmuşsunuzdur hiç olmazsa rüyalarınızda. Kötülerle savaşmışsınızdır. Öyleyse çocuklarımızı, gençlerimizi edebiyattan uzaklaştırmayalım. Hayallerinin sınırlarını daraltmayalım. Onlara kendi imkanlarımızla sunamayacağımız o en değerli öğretileri bir kitap kapağı yakınlığında sunalım.
Kalemin kılıçtan üstün olduğu bir dünya özlemiyle…
Okuyalım, okutalım!
Edebiyatla kalın!