Nevin Tongu – TED Kdz. Ereğli Koleji Vakfı Özel Okulları Görsel Sanatlar Öğretmeni
Binlerce yıl önce mağara duvarlarındaki ilk iziyle yolculuğuna başlayan sanat, artık hayatımızın her yerinde. İnsanoğlunun kendini ifade biçimlerinin başlangıcında, dilden bile önce gelen görsel anlatım yöntemi kuşku götürmez bir gerçek.
İhtiyaçtan doğan, pragmatik bir icra halinden estetik bir algı ve görüyle duygusal bir icraya dönüşen sanat; yaşam alanlarımıza, okul müfredat programlarımıza, düşünce biçimlerimize ve içsel izlenimlerimize kadar ulaştı. Bunun en önemli sebeplerinden biri olarak sanatın tarihe tanıklık etmiş olduğunu gösterebiliriz. Binlerce yıl öncesinde, insanlığın nasıl yaşadığına dair ipuçları; arkeolojik ve etnografik bulgularla, bir seramik çömlek parçası ya da taş bir heykelcikle ortaya çıkıyor. Öyle ki tarihteki bir olayı araştırmak için bile dönemin gravürlerini incelemek gerekiyor. Sosyologlar, bir dönemin toplumsal yaşantısını mercek altına almak için sanat tarihi kitapları okuyor ve inceliyorlar.
Duygusal ve esnek bir yapısı olduğunu düşündüğüm sanat; her yüzyılda farklı ideoloji, kavram ve zümrelere hizmet etmiştir. Kimi zaman bir kilisenin ve inançların dogmatik tasvirini yaparken kimi zaman bir siyasi ideolojinin doktrinlerini betimlemiştir. Kimi zaman ise belirli bir zümrenin düşüncelerini somutlaştırmıştır. Yani sanat her dönemde bir anlatım biçimi olarak oldukça ilgi görmüş ve her alanda kendine yer edinmiştir.
GÜNÜMÜZDE SANAT VE SANAT ANLAYIŞI
Duygusal bir icra olan sanat; günümüzde de çok çeşitli üretimlerle, farklı platformlarda her an hayatımızın içindedir. Çağdaş sanatın, her şeyi bir sanat nesnesi olarak karşımıza çıkarması ve bizi çevremize estetik bir bakış açısıyla bakmaya yönlendirmesi tabii ki kaçınılmaz.
Peki, tüm bu oluşumların içerisinde sanatın bize sağladığı gerçek derinlik neydi? Sanat; yalnızca salonumuzun duvarını süsleyen, boşluğu dolduran bir nesne miydi? Ya da masamızın üzerinde duran ‘hoş’ bir obje mi? Hepsinin nesnel gerçekliğinin dışında sanat, duygusal ve tinsel olarak boşlukların doldurulduğu soyut bir kavramdır. Edindiğimiz her sanat nesnesinde ya da tecrübesinde duygusal ve estetik yönümüzü besliyoruz. Bu şekilde dünyaya bakışımız ve yaşayışımız da daha renkli ve donanımlı oluyor.
Sanat yapmak kadar hatta neredeyse daha önemli olduğunu düşündüğüm bir nokta da “sanat” konuşabilmektir. Sadece bir sanat eseri sahibi olarak ya da dünyanın bir ucunda sergi, müze gezerek sanattan anladığımızı sanıyorsak maalesef yanılıyoruz. Manifestolarının okunmadan önünden geçilen eserleri sadece görmek, yalnızca ontolojik açıdan bir yorum yaptırabilir kişiye ve bu da eserin asıl anlatımlarını, dinamiklerini, dönem özelliklerini ve duygusal birikimlerini tamamen göz ardı etmektir. Bu sebeple bir ülkenin sanat kültürü olarak gelişmişliği entelektüel gelişmişliğinin de göstergesidir. Sanat kültürünü oluşturacağımız en önemli mekânlar da tabii ki okullarımız…
OKULLARDA SANAT EĞİTİMİ NEDEN OLMALI?
Sanat kültürünü oluşturmanın yolu aktif sanat eğitiminden geçer kanımca. “Aktif” çünkü sanat sürekli devinim içinde olan bir kavramdır. Sağlam temellere dayanır fakat değişim kaçınılmazdır. Peki, sanat eğitimi alınca, sanat kültürü gelişince ne olacak, ne işe yarayacak? Mükemmel sanat eserleri mi ortaya çıkaracak öğrenci? Örneklerle devam edelim…
Temel sanat eğitimi alan öğrenci; oran-orantı, kompozisyon, boşluk-doluluk, denge, simetri kavramlarını pekiştirip perspektif bilgisiyle uzay zamanda bir nesnenin üç boyutlu görüntüsü, uzaklık-yakınlık algısını öğrenip deneyerek hooop matematik dersine gidecek. Peki, konu ne? Simetri problemleri, üçgenin iç açıları hesaplaması, koninin hacmi vs… Sanat dersinde öğrendiği, denediği bilgilerle matematik dersindeki soruları daha kolay anlama, şekilleri üç boyutlu görme yetisindeki gelişme kendiliğinden olacaktır. Aynı durum diğer disiplinlerde de geçerlidir. Disiplinler arası bu işleyiş sanat eğitiminin ortaya çıkardığı farklı düşünme ve görme biçimleriyle, teknik yeterlilik ve yorumlama becerisiyle de en üst seviyeye çıkacaktır. Ayrıca en önemli konulardan biri olarak dünyada yüksek eğitim ve çalışma sektörleri yalnızca IQ ile değil artık CQ ile değerlendirme yapmaktadır. Yani artık akademik olarak ne kadar soruya doğru cevap verdiğiniz değil; kültürel birikiminiz, sosyal yönleriniz, kaç dil bildiğiniz, kaç müzik aleti çaldığınız, bir sanat akımı hakkında neler konuşabildiğiniz önem arz edecektir.
PEKİ, OKULLARDA SANAT EĞİTİMİ NASIL OLMALI?
Sanat eğitiminde benim en çok zevk aldığım ve uyguladığım yöntem, sanat tarihi içerikli ders işleyişidir. Düşünülmeyeni düşünmek, farklı pencerelerden bakmak için öncelikle zamanında bunun nasıl yapıldığını incelemek gerekir. Teknik kısım her şekilde verilebilir bence. Önemli olan, bahsettiğimiz sanat kültürünü oluşturmaksa “sanat tarihi olmadan” çok yavan bir ders içeriğiyle bunu başaracağımızı sanmıyorum. Tamam da bu sanat tarihiyle ne anlatıyoruz, ne öğretiyoruz ve kimlere öğretiyoruz? Derslerimde öğrencilerimle birlikte her zaman bir eser veya bir sanat akımı incelerken eserin ya da akımın ortaya çıktığı dönemin konjonktürüne, toplumun ve eserin psikolojik yapısına yönelik analizlerde bulunmaya çalışırız. Eserin icra edildiği ortam ve çağ; eser üzerinde oldukça derin bilgiler vermektedir çünkü. Bunu öğrencilerle birlikte ortaya çıkarmak kalıcı bir sanat tarihi bilgisine, yoğun analiz becerisine ve ufuklarda yeni düşüncelere yol açmaktadır. Bir eğitimci olarak derslerimde okul öncesinden itibaren sanat tarihi destekli işleyişi devam ettiriyorum. Okul öncesi için sanat tarihinin ağır olacağını düşünenler olabilir ama değil! Olay, sizin pedagojik yeteneğinize kalmış. Kısacası anlatımınızı kademelere indirgemek zaten bir öğretmenlik kuralıdır.
Çocuklar gerçekten bizi çok iyi anlıyorlar, ne veriyorsak üzerine daha fazlasını ekleyerek dönüştürüyorlar. Altı yaşında bir çocuk annesinin: “Oğlum, üzerindeki hangi ülkenin bayrağı?” diye sorduğunda “Anneee, ne bayrağı? Piet Mondrian’ın modern sanat çalışması bu. Çok düşünmüş bunu yaparken.” diye cevap vermesi benim dersim için kazanılmış, öğrenilmiş bir modern sanat akımı temeli anlamına gelir. Bu şekilde koyulan ilk taş, gelecek yıllarda da sanat kültürünü inşa etmeye devam edecektir.
Sanat üzerine konuşmak, okumak benim en keyif aldığım anlardandır. Bu güzel köşede yazmaksa tarifsiz mutluluk…
Sanatla kalın 🙂
“Sanatsız Kalan Bir Milletin, Hayat Damarlarından Biri Kopmuş Demektir.”
-M.Kemal Atatürk