Merhaba,
Benim adım Oğulcan. Ben bir solucanım. Siz hiç solucan gördünüz mü? Bizim rengimiz kırmızıdır genellikle. Boyumuz sizin başparmağınızla küçük parmağınızı açtığınızdaki büyüklük kadardır. Tabii daha uzunlarımız da vardır. Bazıları da daha kısadır. Şeklimiz çubuk gibidir. Her iki tarafımız da sivri olduğu için başımızla arka tarafımızı ayırt edemezsiniz. Gözümüz de yoktur bizim. Ama ışığa karşı duyarlı bir vücudumuz olduğu için karanlıkla aydınlığı, yani gece ile gündüzü anlayabiliriz. Üzerimizdeki halkalar ve gözle pek görünmeyen küçük kıllar sayesinde hareket ederiz.
Aslında size kendimle ilgili daha çok şey anlatabilirim ama kafanızı şişirmek istemem. Kafa şişirmek bir deyimdir, bunu biliyorsunuz değil mi? Yani çok konuşarak sizi rahatsız etmek istemiyorum demek istedim. Yoksa kafanızı balon gibi şişirecek değilim elbette. İsterseniz size dünyaya nasıl geldiğimi anlatayım önce, sonra da başımıza gelen o olaydan bahsedeyim. Hangi olaydan mı? İşte onu az sonra anlatacağım.
Annem, içinde benim de olduğum yumurtalarını toprak altına gömmüş. Aradan otuz gün yani bir ay geçince kardeşlerim ve ben dünyaya gelmişiz. Biliyor musunuz biz toprak altında yaşarız. Nemli toprakları çok severiz. Vücudumuz hep ıslaktır.
Biraz büyümeye başladığımızda havalar çok ısındı. Aslında toprağın elli santimetre yani yarım metre altında yaşarız. Ama dediğim gibi o yaz hava o kadar sıcak oldu ki toprağın yüzeyi kurudu ve biz de daha aşağılara indik nemli toprak bulmak için. Sonra bir gün bir yağmur yağdı, bir yağmur yağdı anlatamam. Hemen toprağın üstüne çıkmamızı söyledi annem. Aslında su bize zarar vermezdi ama annem sesten tedirgin oldu sanırım ve biz yavrularını korumak istedi.
Biz de ortanca çiçeğinin dibindeki yuvamızdan yukarı doğru çıkmaya başladık. Ortanca diye üç şeyin ortasındakine denir ama bu çiçeğe neden ortanca deniyor bilmiyorum. Kocaman kocaman yeşil yaprakları pembe veya mavi top top çiçekleri oluyor. Bizimki mavi. Bu mavi ortanca iki ayrı bahçenin arasındaki toprakta açmış. Komşu kadınlar çiçeğin etrafını temizlemiyorlardı epeydir. Biri öteki temizlesin diye, öteki de beriki temizlesin diye inat ediyorlardı. Bizim biraz yüzeye çıktığımız gün kadınlardan biri ortancanın yapraklarını kaldırıp betonda biriken toprakları kürekle alarak kendi tarafına atmaya başladı. O arada bizi gördü bize zarar vermemeye çalışarak usulca alıp bahçesine bırakmaya başladı. Çünkü bizim toprak için ne kadar faydalı olduğumuzu biliyordu. Nasıl mı faydalı oluyoruz? Biz toprakla besleniriz, toprağı yerken bir yandan da hareket ettirir, toprağın hava almasını sağlarız. Hava alan toprak da daha verimli olur.
Evet, kadıncağız bize zarar vermek istememişti ama elindeki kürek bir kardeşimi ortadan ikiye böldü. Durun sakın üzülmeyin biz bölünsek bile baş tarafımızın olduğu bölüm yaşamaya devam eder ve kendisini tamamlar. Kadın bizi alıp bahçeye attığını düşünerek betondaki kuru yaprakları ve ortancanın altında biriken çöpleri bir poşete doldurmaya başladı. Bu arada beni de koydu o poşete yanlışlıkla. Poşet dolunca da ağzını sıkıca bağladı. Karanlıkta kalmıştım. Kuru yapraklar batıyordu her yerime. Orada biraz kaldıktan sonra büyük bir gürültüyle çöp arabası geldi. Bir temizlik görevlisi benim de içinde olduğum torbayı hızlıca bir yandan gitmekte olan çöp arabasının içine attı. Poşet arabadaki başka bir şeye çarpıp delindi. Delikten nasıl çıktım size anlatamam. Evet, delikten çıktım ve kendimi yere attım. Yağmur yeni yağmış olduğu için yol ıslaktı. Bu da benim yan taraftaki bahçeye kadar yürümeme yardımcı oldu. Hemen nemli toprağa girdim. Oh diye rahat bir nefes alacaktım ki kendimi yeniden bir küreğin içinde bulmayayım mı?
Daha önce yaşadığımız bahçeye komşu olan bu bahçe ve ev dört kişilik bir aileye aitti. Ailenin küçük kızı Zeynep’ti benimle birlikte bir parça toprağı küreğe koyan. Tabii o zaman daha onun adını bilmiyordum. Sonradan öğrendim. Nasıl mı? Durun anlatayım. Zeynep toprakla birlikte beni de bir saksıya koyduktan sonra evlerine götürdü. Balkondaki kocaman bir saksıya döktü bizi. Tam bu sırada onunla göz göze geldik. Göz göze derken anlayın işte. Benim gözüm olmadığından Zeynep beni gördü yani. Balkondaki çiçeğin toprağı azalmış o yüzden de bahçeden biraz toprak ilave etmek istemiş Zeynep saksıya. Beni görünce “Merhaba” dedi. “Senin toprakta yaşadığını biliyorum. Burası senin yeni evin olsun. Adın da Oğulcan olsun, olur mu?” O günden sonra ben Oğulcan oldum, Zeynep de benim en yakın arkadaşım oldu. Bir daha annemi ve kardeşlerimi göremeyeceğimi biliyordum. Ama yeni hayatıma alışmak zorundaydım. Hem Zeynep suyumuzu eksik etmeyeceğine de söz vermişti.
Saksıya yerleştiğimin ertesi günü bir solucan daha olduğunu fark ettim. Hemen arkadaş olduk onunla. Hatta size güzel bir haber vereyim. Bizim de bir sürü yumurtamız oldu. Çok yakında minik yavrularımız olacak ve burada hep birlikte sevgi dolu bir yaşam süreceğiz.
Hoşça kalın sevgili çocuklar.
Hazırlayan: Gül Güleryüz