Kocaman kararmış hasır sepetlerle Ankara’da evimize yemesine doyum olmayan çilekler gelirdi. Karadeniz Ereğlisi ile tanışmamız bu çileklerle olmuştu. Babam 11 Mayıs 1960’te resmen kurulan 15 Mayıs 1965’te işletmeye açılan Ereğli Demir Çelik Fabrikasında 8 Ekim 1962’den itibaren Endüstri Münasebetleri Umum Müdür Muavini olarak 5,750.- (1,421$ o yıllarda ortalama ABD üniversite mezunları ayda 775$ kazanıyor) maaşla göreve başlamıştı. Kısaca biz hep Erdemir demiştik ve bizim evde bu fabrika Karadeniz Ereğlisi ile özdeşleşmişti. Haddeleri sembolize eden iki kırmızı daire arasına siyah yazılmış Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları logosu da beynime damgalanmıştı. İlk Ereğli’ye ne zaman gitmiştim tam anımsamıyorum ama Düzce’den sonra o zorlu dar kıvrıla kıvrıla dağ tepe yeşillikler arasından giden yolu unutamıyorum. Yol kenarında kuyular olurdu uzun tahtaya bağlı maşrapalar kuyuya sarkıtılıp su çekilirdi. Sahil yolu çok daha sonra açılacaktı. (Mübeccel Kıray’a göre Ankara-Düzce Otobüs seferleri 1962’de fiyatı 15 TL olarak başlamış. 1960 yılında nüfus 8,815 olarak kayıtlara geçmiş.)
Lise son sınıfı Ereğli’de okudum ama ondan önce on yıl kadar yalnız tatillerde Ereğlili idim. İlk olarak Göztepe’deki misafirhanede kalmıştık. Sonrasında Göztepe’de ilk kaldığımız evler prefabrik idi; hatta birinin kartondan modelini yapmıştım. Son yıl da Bağlık’ta apartmanda kalmıştık. En hoş anılarımı oluşturan; ilk gittiğimiz yıllarda Bağlık’taki büyük depo gibi bir yerdeki kantin, akşam yemeklerinden sonra sofra başında seyredilen filmler ve Ayşe ablamın meşhur kahkahası idi.
Burada bir de Muammer Karaca’nın oynadığı ‘Taşkola’ adlı oyun bende çok etki bırakmıştı. Oyunda taş gediğine konuyor ve yabancı sermaye taşlanıyordu. Koka Kola Türkiye’ye yeni gelmişti. O zamanlar hemen hemen her şehrin ve kasabanın kendi marka gazozu vardı ve bunlar rekabete dayanamayıp bir bir yok oluyorlardı. Anımsadığım kadarıyla Taşkola, bu ezici rekabete karşı direnen yerli sermayenin kolasıydı ve başroldeki Taşkola sahibinin traji-komik durumuna çok gülmüştük, tabii o zaman derinliğini tam anlayamamıştım ama yine de beni çok etkilemişti. Sanatın gücü de burada… Bildiğim kadarıyla Muammer Karaca’nın oyunları pek de ciddiye alınmazdı. Şimdi düşünüyorum da, Amerikalıların kurduğu bir fabrikanın sosyal tesislerinde bunu seyretmiştik. Amerikalıların kurmasına ve hisseleri olmasına rağmen Erdemir ne klasik tarzda yabancı sermaye yatırımı ne de tam özel bir kuruluştu. Bu konu çocukluk yıllarımda arka plandaydı daha sonra gençlik yıllarımda sorgulamaya başladım. Erdemir sosyal tesislerinde ve kurumunda kimilerine göre Amerikanvari yaşam tarzı çok güçlü idi. Ben ve ablalarım için söyleyeyim ki biz bunun oldukça farkındaydık ama bazıları bunu özenti halinde yaşıyorlardı. Bir aile vardı ki babaları yalnız Amerikanca diyeceğim bir İngilizce ile sürekli kendi çocuklarıyla konuşuyordu. İllet oluyordum. O dönemde Ankara’da ilkokulu kanunen ilkokulda İngilizce öğretmeye tek yetkili kurum olan Ankara Türkiye Eğitim Derneğin’de (T.E.D) okumuştum. Yabancı dilin ve kültürün bana zorlanmasından hiç hoşlanmıyordum. Yabancı Dil’in insanlar arası kültür ve bilgi alışverişi, daha da önemlisi barışın sağlanması için gerekli olduğunu düşünenlerdendim. Atatürk (T.E.D)’ni Ankara’da bu amaçla kurdurtmuştu ve kesin talimatı vardı bu öğrenimin çocukların kendi kültürlerinin önüne geçmemesi için. Şimdi tüm dil uzmanları Atatürk gibi iyi bir yabancı dil öğrenmek için çocukların öncelikle kendi dillerini iyi öğrenmeleri gerektiği konusunda hem fikir. Karadeniz Ereğlisinde T.E.D, fabrikaya kalifiye eleman çekmek için içinde babamın da bulunduğu Erdemir yönetimi öncülüğünde 1967 yılında kuruldu. Ben lise sonu bu okulda okuyup 1974 – 1975 yılında mezun oldum. (Nüfus 1970: 29.000, 1975: 46.000)
Ereğli o yıllarda bir bakıma ikiye ayrılmıştı kasaba yaşamı ve Erdemir tesis ve lojmanları yaşamı. Erdemir’de ise A personeli ve B personeli olarak ayrılmıştı. Ankara benim büyüdüğüm yıllarda Atatürk’ün planlı başkenti, güzelliğini büsbütün kaybetmemişti ama bir çocuk için hele imtiyazlı A personeli çocuğu için Karadeniz Ereğlisi bulunmaz bir cennetti. 45 yıl sonra bile gece gündüz çelik üreten fabrikanın sesi kulaklarımda, kokusu burnumda, taptaze çileklerinin tadı damağımda ve hırçın denizi gözlerimin önünde. Güçle bedeninize vurup sizi deviren dalgalarını derimde hissediyorum. Bir seferinde önümde babamızı çok kötü dalga alıp devirmişti diğer büyükler koşup çıkarmıştı. Bir yıl Erdemir plajında birbirini kurtarayım derken yanılmıyorsam yedi kişi boğuldu.
Bu tehlikeler rağmen genelde plajda çok güzel vakit geçirirdik. Göztepe ve Bağlık kantinlerinde yediğimiz yemekleri, mükemmel servisini hiç unutmuyorum. Hele de krem karamel mükemmeldi. Buraya seçkin aşçılar ve personel alınmıştı ve her şey birinci sınıf lokanta tarzında idi. Yazlarımız ise plajda geçerdi. Burada tek sorun, fabrikanın arada sırada bıraktığı artığın tortusunun gelmesi idi. Spora çok önem verilmiş ve futbol sahası dahil birçok spor tesisi yapılmıştı. Tenis o yıllarda ablalarımın da oynadığı revaçta bir spor dalı idi. Tenis sahaları bir yamacın altındaydı ve bir gün ablamları seyrederken bir cipin yamaçtan uçtuğunu ve iki kişinin filmlerdeki gibi arabadan fırladığını ve düşenlerin bu eski cipin kumaş kapılarında taşındığını anımsıyorum. Sonradan öğrendik ki jiptekiler baba oğul imiş ve kurtulmuşlar. Göztepe’de oturan erkek çocuklar, bir grup olarak plajda değilsek devamlı bahçede ve evlerin aşağı tarafındaki kulübede oynardık. Bazen de evdekiler yokken sabaha kadar türlü oyunlarla vakit geçirirdik. Hiç unutmuyorum; bir arkadaşın evinde birbirimizi itip kakalarken koce sepet çileği halıya dökmüş ve bir de düşerken tutunduğumuz tül perdeyi ortasından yırmıştık. Biraz daha büyüyünce arada sırada şehre iner bilardo oynar ya da Elvan Pastanesine giderdik.
Elif Otel de deniz kenarında idi, bazen de oraya giderdik. Fabrika 24 saat üretim yapıyor ülkemizin kalkınmasına katkı sağlıyordu. Babamdan emeğe, işçilere saygıyı öğrendik. Yaşımız ilerledikçe ülkemizde gelişen olayları da takip etmeye başladık ve Erdemir önemli sendikal hareketlere ve grevlere de sahne oldu. Soğuk savaşın gerilim stratejisi tüm ülkemizi sardı ve acı olaylar patlak verdi. Yeni Türkü’nün şarkısındaki gibi biz büyüdük ve kirlendi dünya…
Yazan: Mustafa Mersinoğlu