Begüm Ercan – İngilizce Öğretmeni
Yeni eğitim-öğretim dönemi yaklaşırken gündemimiz eğitim ve eğitime dair beklentilerimiz ve gerçekte olanlar. Hadi gelin hep birlikte düşünelim.
*Eğitim-öğretim denince ne anlıyoruz?
*Ne olursa eğitmiş sayılırız?
*Öğrenmenin gerçekleşmediği bir ortamda eğitim gerçekleşir mi?
*Eğitimde istendik sonuçlar nelerdir?
*Neden istenen noktada değiliz?
Bir öğretmen olarak, takriben 10 yıldır, her sınıfı gözlemliyorum. İlköğretimden yükseköğretime pek çok sosyoekonomik ve kültürel olarak farklı öğrencilerle çalışma fırsatım oldu. Karşılaştığım tüm öğrencilerin kendine ait bir öğrenme deneyimi, aile ve okul yaşantısı ve eğitim-öğretimden farklı bir beklentisi vardı. Kimi derslerde işine yarayacak kadarını almayı seçti, kimi hiç almamayı, kimi de hepsini öğrenmeye merak duydu. Yukarıdaki soruları çoğaltabiliriz fakat çoğumuzun hemfikir olduğu bir husus var ki o da bir şeylerin ters gittiği yönünde. Eş dost ortamlarında şu an hangi çocuğa ya da gence sorsanız okulların açılmasını istemeyecektir hatta seçme imkânları olsa gitmeyeceklerdir de. İşte tam da bu noktada gerek biz eğitimcilerin, gerek sistemi kuranların, gerekse ailelerin kendilerine tutması gereken bir ayna var. Soru şu: Ne oluyor da eğitim sürecinde bunca çocuğu ve genci ıskalıyoruz ve de okullara istekli gitmelerini sağlayamıyoruz?
İngiliz konuşmacı, danışman ve Warwick Üniversitesinde profesör olan Ken Robinson’ın bir konuşması tam da bu konuya değiniyordu. O konuşmada Amerika’nın da eğitim sistemlerinden yana sıkıntı yaşadıklarını ve okulu bırakma oranının yüksekliğinden bahsediliyordu. Konuşmada en dikkatimi çeken hususlar insanların gelişim evreleriyle ilgili kısımlardı. Bu bağlamda bahsedilenlerden biri, insanların doğası gereği farklı ve çeşitli oluşuydu. Oysa eğitim sistemimiz benzerliğe dayanıyor, kişisel farklılıkların işlenmesindense standart bir başarı yakalamak üstüne kurulu. İşte tam da bu nedenle pek çok öğrenci konuya ilgi duymadığı için sıkılıyor fakat dikkat eksikliği tanısıyla sıralarında oturuyor. Bir diğer konu ise merak. Henüz ufak yaşlarda okula başlayan çocuklar meraklı yapılarıyla öğrenmeye ve keşfetmeye eğilimliyken merakları köreltiliyor.
Bilime çok meraklı bir çocuk çok konuşuyorsun diye susturulabilirken, sanata eğilimi olansa temel bilimlerde yeterli değil denerek kaybedilebiliyor. Bunun yanı sıra yaratıcılık baskılandığı için herkes gibi düşünmeye, anlamaya zorlanan bireyler yetişmeye başlıyor; haliyle kendini ifade edemeyen, kendi gerçekliği ile örtüşmeyen, kendi beklentilerine uymayan bir süreçten geçen öğrencilere öğrenmek için anlamlı bir sebep kalmıyor. Eğitim de bireyde istendik davranışlar geliştirme süreci olduğundan öğrenmeye direnç gösteren bireyler davranış ve tutumlarında da değişim göstermekte zorlanıyorlar. Bu yazıyı okuyanlar kendi çocukluk ve gençlik dönemini tahlil ettiklerinde fark edeceklerdir ki insan sevdiği, işine yarayacağını düşündüğünü, ilgisini çekeni anlamaya ve öğrenmeye çalışır. Bu noktada eğitimciler sadece bilgiyi aktaran değil aynı zamanda öğrenmeyi kolaylaştıran, teşvik eden, ateşleyen unsurlar olmalıdır ki merak duygusu taze kalabilsin. Bu da ancak anlamlı mesleki geribildirim alan ve gelişim olanağı sağlanan öğretmenlerce yapılabilir. Eğitim, mekanik değil insani bir süreçtir. Eğitim politikalarımız mekanik kavramlardan uzaklaşıp merkeze bireyi ve bireysel farkları koyduğunda, ölçme – değerlendirmeden yaşamsal amaçtan ziyade tanı koymak için faydalandığında, eğitimcilere mesleki ve kişisel eğitim imkânları sunulup süreç içinde farklı bir görev yüklendiğinde doğru iklimi sağlamış olacağız. Yaşam içerisinde anlam arayan her insan gibi kendisini gerçekleştirme yolunda yürüyen bireyler kendisi ve çevresi için nice zaferler başaracaktır. Yeni eğitim-öğretim yılı yaklaşırken biz eğitimcilerin ve siz ailelerin üzerine düşen nice görev var. Koşulsuz sevgi gören, onaylanan, kulak verilen, sorunların üstesinden gelebilmesi için yüreklendirilen ve sorumluluk verilen bireyler okulu da dört duvarı olan bir binadan çok yaşam sahası olarak göreceklerdir. Yüce önder ve başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün de söylediği “Eğitimde feda edilecek tek bir fert yoktur” sözü de üzerimize düşen sorumluluğun önemini vurguluyor. Ülkemizde bir meslek sahibi olmanın en temel yolu sınavlardan ve akademik başarıdan geçtiği için çeşitli kaygılarla baskı yarattığımız gençleri yaşamsal beceriler ve insani değerler kazandırma noktasında ihmal etmeyelim ki çok başarılı fakat mutsuz ya da erdemlerden uzak bireyler yetişmesin. Günün nasıldı sorusunun sınavdan kaç aldın sorusundan önemli olduğu ortamlarda yetişen bireylerin kişisel farkındalıklarının, kazandıkları bakış açılarının, toplum içindeki duruşlarının en az dersleri kadar önemli olduğunu unutmayalım. Bu döneme değişim ve dönüşüme niyet ederek, bize sunulanların dışından bizim katabileceklerimizin farkında olarak, en önemlisi de sevgiyle kabul ederek başlayalım, her şeyin ancak biz istersek daha iyi, daha etkili olacağına dair umudumuzu besleyerek…