Sadun Duran Eczacı – Tarih Araştırmacısı
1911 – 1992 yılları arasında yaşamış ve Küçük Asya araştırmalarında çok değerli katkıları olan Avusturya Bilimler Akademisi üyesi Prof. Friedrich Karl Dörner, 50 yaşında iken henüz 23 yaşındaki Berlin Teknik Üniversitesi Klasik Arkeoloji ve Mimarlık mezunu Wolfram Hoepfner’a tez konusu olarak Herakleia Pontika’yı önermese idi, kentimizin ilk (ve ne yazık ki halen de tek sayılabilecek) arkeolojik incelemesi yapılamayacaktı..
1961-62 yıllarında, henüz Erdemir’in verdiği yıkımı yaşamamış, daha kenti Akçakoca üzerinden İstanbul’a bağlayan sahil yolu bile ortada olmayan Ereğli’ye gelen bu iki Alman arkeolog, günümüzde halen aşılmamış iki değerli eser ortaya çıkardılar. Bunlardan birincisini, Herakleia Pontike – Ereğli Eine Baugeschichtliche Untersuchung (Herakleia Pontike – Ereğli Bir Yapı Tarihi İncelemesi) adlı 1966 Avusturya Bilimler Akademisi yayını kitabı bu sayıda inceleyeceğiz.
Wolfram Hoepfner’in doktora tezi olan bu eser, Küçük Asya Arkeolojik Araştırmalar Komisyonu Başkanı olan Prof. Dr. Fritz Schachermeyr’in, Dörner’in savaş öncesi dönemde ve 1948’den itibaren Bitinya’da yaptığı Prusias ad Hypium (Konuralp-Üskübü) ve Bithynion – Klaudiopolis (Bolu) araştırma gezilerine değinen; “Antik kentten beri sürekli yerleşiminin olduğu modern kent Ereğli’de pek az araştırma gezgini incelemelerde bulunmuştur. Durum böyle olunca, Pauly-Wissowa’nın Realencyclopedie’sinde şu kısa cümlenin bulunması şaşırtıcı değildir: Ereğli’de “daha birçok harabe” vardır. Guide Bleu’de ise şöyle bir cümle vardır: “Ereğli ne conserve plus aucun monument de la ville antique” (Ereğli’de artık antik kentten hiçbir anıta artık rastlamak mümkün değildir).” ifadesiyle devam eden ve “Yapılmakta olan fabrikalar ve büyük teknik yapılar bölgenin gelişimi için gerçi sevindiricidir, ama kentte varolan antik kalıntılar için de büyük bir tehlike oluşturmaktadır.” saptamasını yaptıktan sonra çalışmayı kısaca özetleyen önsözüyle başlar.
Ereğli’nin 1962 yılına ait, antik eserlerin özenle yerleştirildiği ve sur hattının gösterildiği çok değerli bir haritanın dışında dönemin Ereğli’ sini belgeleyen çok sayıda fotoğraf ve antik döneme ait kent gravürleriyle kentin en eski haritaları içeren bu eserin “Herakleia’nın Tarihine Genel Bakış” ve “Herakleia’da Şimdiye Kadarki Araştırmalar” adlı iki alt başlığa sahip Giriş bölümü, Ereğli araştırmaları için çok önemli ipuçları içeren özlü bir anlatıma sahiptir. Gürdal Özçakır ile halen devam ettiğimiz ve bir yıl içinde yayına hazır olmasını hedeflediğimiz Seyahatnamelerde Ereğli ve Çevresi adlı çalışmanın esin kaynağı da, yukarıda adı geçen ikinci bölümdür.
“Antik Kentin Düzeni ve Dönüşümü” başlıklı I. bölüm, kent çevresinin topoğrafyasının özetlendiği girişten sonra, Romalılar Tarafından Yıkımına Kadar, Roma İmparatorluğu Döneminde ve Bizans Döneminde Kent Düzeni adlı üç alt başlıkta araştırma sürecinde buldukları kanıtlara ve antik çağdan kalma yayınlara dayanarak kentin gelişimini özetler. I. Bölümü, “Kent Surları ve Kale” başlıklı, Ereğli surlarını tüm ayrıntıları ve çizimleriyle ele alan, Helenistik Dönem, Roma İmparatorluğu ve Bizans Dönemi Kent Surları başlıklarıyla sur hattını anlattıktan sonra Kaletepe’yi oldukça ayrıntılı olarak konu eden “Bizans Kalesi” kısmıyla sona eren II. Bölüm izler.
Bunun ardından kitabın en uzun parçasını oluşturan “Tek Tek Yapılar ve Mimari Parçalar” adlı III. Bölüm başlar. Buradaki “Bir Helenistik Yapının Parçaları”, “Bir Geç Helenistik Pervaz Parçası”, “Bir Geç Helenistik Pervaz Bloğu”, “Geç Helenistik Pervaz Parçası”, “Kent Merkezinde Bir Kamu Yapısı”(Dikili Caddesi’ndeki Herakleia Sarayı olarak bilinen Yapı), “Giriftlerle Süslenmiş Sütun Kasnağı”, “İmparatorluk Döneminden Bir Kaide”, “Orta İmparatorluk Dönemi Eksedrasının Parçaları”, “M.S. 3. Yüzyıl Yapısının Üst Eşiği” ve “Bizans Dönemine Ait Bir Mozaik ve İki Trabzan Tablası” alt başlıklarıyla, adeta iğne ile kuyu kazar gibi, kâh bir evin bahçe duvarında kullanılmış, kâh Kestaneci Köyü’nde yalak yapılmış, kâh bir köşede dibek taşına dönüşmüş antik eserler ayrıntılarıyla betimlenir.. Bu bölümün “Geç İmparatorluk Dönemi Yapısının Parçaları” başlıklı 9. Kısmı ise, eserin adeta belkemiğidir. Ereğli’deki bir çok yapıda kullanıldığını saptadığı antik döneme ait bir yapının parçalarının yapı ve stillerinden yola çıkarak yapbozu tamamlayıp, bu yapının büyük olasılıkla ”Stil özelliklerine göre, aynı dönemde (İmparator Septimus Severus (M.S. 193-211) döneminde) yapılmış olan bu mimari esere bağlı olarak, Herakleia’da yapılan bir bazilika olduğu sonucuna varılabilir.” diyerek aktarır ve şöyle der, Hoepfner: “Geçen yüzyılın 80’li yıllarında, Halil Paşa Karamahmutoğlu, sahil caddesi üzerindeki yeni evinde, sade süslemeli her iki Çift Sütun Başlığı (ÇSB) 8 ve 9’u kullanmıştır. Figürlü betimlemeleri İslâmın dini buyruklarıyla uyuşmayan diğer yedi örneği, kentin çarşısındaki bir dükkanın temel taşı olarak kullanılmıştır. Bu eserler, 1961 yılında bizim orada bulunduğumuz sırada tekrar ortaya çıkarılmıştır. Sözlü ifadeler, sütun başlıklarının geldiği yerin kentin kuzeyindeki arazi olduğunu, yani geçen yüzyılın sonunda tekrar bir bölümü parsellenmiş Roma dönemi dış mahallesinde olduğunu göstermektedir. Söylendiğine göre, Halil Paşa, Kız Kapısı yakınlarında bir kazı yapmış. Bu anlatılanlar, çift sütun başlıklarının buluntu yerinin bu çevrede olmasıyla ve ÇSB 10 ve 11’in 19. Yüzyıla ait bir camide (Halil Paşa Camisi) kullanılmasıyla doğrulanmıştır.
Roma dönemine ait dış mahalle üzerinde, sadece tek tek yeniden kullanılmış mimari parçaları bulabilmemize rağmen, eski gezginler Roma tapınağının kalıntılarından söz ederler. Ainsworth, bundan başka birçok mozaikten bahseder. Kız Kapısı çevresinde bulunmuş olması gereken yapının kesin yeri için, Ainsworth’un yaptığı Herakleia planı oldukça önemlidir. Bu plan üzerinde mağaralar vadisine giden yolun yakınında, yaklaşık 65 m. uzunluğunda, haç şeklinde planı olan bir yapı gösterilmiştir. Bu yapı, ek yazıya göre, metinde belirtilen “tapınak”tır. Buna karşın plan şeklinden, kuzeye açılan bir alan etrafında dizilmiş, üstü kapalı 3 yapı olduğu sonucuna varılabilir. Fakat metin notları olmadığı için, kaydedilen bu yapı şekline büyük önem verilemez. Pitton de Tournefort’un, 1701 yılında çizdiği Herakleia manzarası başka sonuçlar aktarır. de Tournefort, bu manzarayı yaptığı sırada, kuzeyde körfezde demirlemiş gemisinde bulunuyordu. Kadınlar orada çadır kurdukları için – yazdığına göre – ne yazık ki ziyaret edemediği şehir kapısının yakınındaki büyük harabeleri gemisinden gözlemledi. Resim üzerinde hâlâ yeri ve yapımı Ainsworth’un planındaki bilgilerle uyuşan, dik açı planlı bir yapının söz konusu olduğunu görebilmekteyiz. Kuzey duvarının, büyük kemer kapılarından oluşmuş olduğu görülmektedir. Bir çizgi ile avlu şeklindeki harabenin diğer duvarları belirtilmiştir. İçeride ve buranın kuzeyinde, kadınların belirtilen çadırları bulunmaktadır. Sütun başlıklarının buluntu yerleri ve sözlü ifadeler, bizim bulduğumuz parçaların bu yapıya ait olduğuna işaret etmektedir. Bu yapı, daha 5. Yüzyılda artık kullanılmıyordu. Çünkü bu dönemde, İon sütun başlıkları kent içindeki yeni kilisede (bugün Orta Cami) kullanılmıştı. Diğer parçalar, kentin evlerinde ve bahçelerinde kullanılmışken veya mağaralar vadisine ve Kestaneci Köyüne taşınmışken, yapının parçaları da, İon sütunlarının kilise yapımında kullanılmış büyük gövdeleri gibi, ortaçağ kale duvarlarının yapımı için kireç ocağına taşınmıştır. Yapı, geçen yüzyılın 70’li yıllarında, arazinin yeniden iskanı sırasında tamamen yıkılmıştır. Yapının parçaları, süs olarak özel evlerde ve bir camiinin yeni inşaatında kullanılmıştır. Bu olaylara Halil Paşa’nın da katılmış olduğu görülmektedir.
III. Bölümün son alt başlığı olan “Erken Bizans Bazilikası” Orta Cami’nin ayrıntılı bir incelemesidir. Eserin son bölümü, “Türkler Döneminde Ereğli” adını taşır ve Ereğli’nin 13. Yüzyıldan itibaren gelişimini ve tarihçesini konu alan “Eski Kent Hakkında Raporlar” ile “19. Yüzyılda Kent Yapısıyla İlgili Değişiklikler” başlıklı, yazarın kentle ilgili yayımlanmış tüm eserleri çok iyi incelediğini gösteren iki bölümden sonra, “Günümüzdeki Değişiklikler” başlığı ile Cumhuriyet dönemi ve günümüz anlatılır. Burada, çok dikkat çekici bir saptamada bulunur, Hoepfner: “Ereğli’den çıkan tren ve gemiyle sağlanan yeni yapılmış bağlantı yolları, yakın doğunun en büyük sanayi planlarından birisi için yer seçimi kararında etkili olmuştu. Eski Lykos’un kentin güneyindeki Gülüç Irmağı arazisi üzerinde 1960 yılından beri Amerikan firmalarıyla işbirliği sonucu bir Demir-Çelik Fabrikası yapılmaktadır. Yakındaki yataklardan maden kömürü çıkarımı 10 milyon tona yükseltilecektir. Cevher ise Ankara’nın kuzeyinde Divriği’deki demir yataklarından getirilecektir. Fabrika çalışmasına 1964 yılında başlamıştır. Bu fabrika, Ereğli’nin görünümünün ve kent manzarasının kapsamlı bir şekilde değişikliklerini de beraberinde getirmiştir. İvedi bir ihtiyaç, maden kömürü limanına ve yataklarına giden bir caddenin yapımıydı. Yapım sırasında kısa bir bağlantıya karar verildi: Bugün hemen hemen tamamlanmış olan geniş bir set, kentin alışveriş merkezinin yakınındaki küre şeklindeki dağın güneyinde sığ kıyı suyunun üzerinde uzanır ve limana kadar kentin önündeki kıyı çizgisini izler. Birçok gidiş yolu yanında cadde, eski demiryolu hattının uzantısı olan raylara da sahiptir. Çelik nakliyatı için fabrikanın güneyinde Lykos’un ağzına yakın yerde yeni bir liman yapılmaktadır. Böylece, Ereğli maden kömürü yataklarının çalışma alanıyla çelik fabrikası arasında bir çekim alanına girmiştir.
Çelik fabrikasının 5000’den daha fazla işgücüne ihtiyacı vardır. 1961 yılında 8300 kişiyi bulan nüfusun yakında dört katına çıkacağına varan tahminler kesinlikle abartılmış görünmüyor. Böylece, yeni bir kentin yapılması kaçınılmazdır. Bu kent, şimdiki planlara göre esasen beklenildiği gibideniz kıyısındaki yamaçlara uzanmamalı, tersine fabrikanın kuzeydoğusunda, kara içlerinde ve eski kentten belli bir uzaklıkta yapılmalıdır. Eski kentin ve fabrikanın yan yana düzenlenmesi, durumun bu dezavantajını da beraberinde getirir. 1959 yılında, bu arazi için bir imar planı yarışması düzenlendi ve bunun sonuçlarına göre yeni yerleşim alanları yapılmaktadır. Araziden yararlanma planı, kentin sadece birincil ihtiyaçlarını kapsamasını öngörüyordu.
Birbirine geçmiş eski kent merkezi, kapsamlı yapı çalışmalarından sonra ihtiyacını karşılama, idare ve kültürel donanımlar gibi büyük kente özgü işlevler üstlenecektir. Avrupa’daki deneyimlere ve Türkiye’deki sanayileşme temposuna göre, Demir-Çelik Fabrikasının başka sanayi yatırımlarını ve işletmelerini de ardından getireceği düşünülebilir. Yakın gelecekte Kastamonu’ dan Akçakoca’ya uzanacak bir sanayi bölgesi olanaksız görülmemektedir. Geniş alanları ve vilayetleri kapsayan bir planlamayla, Türkiye’nin manzara açısından en etkileyici, iklim olarak en uygun yerlerinden biri olan bu bölgenin, dinlenme bölgesi olarak geleneksel fındık üretimini ve bağcılığı koruyacağı umulmaktadır.”
Hoepfner’in kent ile ilgili 56 yıl önceki öngörüsü, ne yazık ki doğru çıkmıştır. Eski kentte oluşmasına izin verilen yapılaşma sonucu, bir buçuk asır önce sabahın altısında gemisinden şehre bakan Fransız arkeolog George Perrot tarafından “Bu kadar yoğun yeşilliğe sahip başka bir Türk şehri hiç görmedim. Her yeri, her köşesi yemyeşil. Harika bir şehir bu.” şeklinde betimlenen Ereğli günümüzde betonun altında kalmıştır. Yerel yönetimlerin Erdemir’in yapımından sonra oluşan büyük konut talebini ranta prim veren ve kentin güzelliğini geri planda bırakan politikalarla karşılamaları ve doğayı antik kenti korumaya önem vermemeleri sonucu oluşan bu duruma karşın, son yıllarda oluşan ekonomik sıkıntıları turizmle giderme yönünde çabalara girmeleri ne yazık ki çok ironik olmaktadır. Kentimizin Hoepfner ve Dörner’in bu çok değerli emeklerine karşın bir ayıbı ve vefasızlığı da, eserlerinin aradan geçen yarım asırlık sürede Türkçede yayımlanamaması olmuştur. Her iki eserin de, Ruhi Cöbekoğlu’nun girişimleri sonucu ve Önay Alpago’nun bakanlığı döneminde yapıldığını bildiğim Türkçe birer çevirileri bulunmaktadır ancak, bunların ulaştığı kişi sayısı son derece sınırlıdır. Yeni dönem çalışmalarına başlayan Kdz. Ereğli Tarih Doğa ve Kültürünü Yaşatma Derneği’nin bu ayıptan bizi kurtarabilmesini diliyoruz.