Öncelikle bize vakit ayırdığın için çok teşekkür ederiz Buğra. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
1992 Kdz.EreÄŸli doÄŸumluyum. Tam da Erdemir’in özelleÅŸme dönemine denk gelen bir çocukluÄŸum, ergenliÄŸim oldu. Babam Sıtkı KuloÄŸlu Erdemir’de mühendisti, annem Birgün KuloÄŸlu Kayabaşı öğretmendi. Ben de o ekosistemde ‘lojman çocuÄŸu’ olarak büyüdüm. Cumhuriyet Ä°lkokulu’nda okudum. Zonguldak Fen Lisesi’ne gidene kadar EreÄŸli’deydim. Son on senedir senede birkaç hafta gelebiliyorum ama çok güzel bir ortamda büyüdüm, ÅŸanslı bir çocukluk geçirdim. ÇocukluÄŸumda Erdemir Spor Kulübü hala vardı, insanların aidiyet hissedebileceÄŸi bir ÅŸeydi; biz gençler tuttuÄŸumuz takımlara karşı Erdemirspor Basketbol Takımını desteklemeye gidiyorduk. Basketbol Süper Lig Maçlarını izleyebiliyorduk.Â
Ereğli denilince aklınıza ne geliyor?
Erdemir’de 1000 civarı mühendis vardı. 60-70 bin nüfuslu bir ilçede bu kadar kalifiye insanın olması kültürel anlamda çok geliÅŸmiÅŸ bir coÄŸrafya yaratıyor. ÖrneÄŸin ODTÜ’lü komÅŸumuz sayesinde benim o yaÅŸta ODTÃœ kültürünü görme, tanıma ÅŸansım oldu. Benim için EreÄŸli’nin en güzel yanı kültürel, sosyal, bilimsel anlamda bu kadar çok kesiÅŸimin olduÄŸu bir ortam olmasıydı dolayısıyla küçücük bir alanda birçok ÅŸeyi öğrenebiliyordunuz. Mesela lise tercihimi yapacağım zaman babam Erdemir’den genç mühendis arkadaÅŸlarını çağırırdı. Hepsi Türkiye derecesi yapmış insanlardı bu mentörlük sayesinde bakış açım da geliÅŸti.Â
Zonguldak Fen Lisesi ve Sabancı Üniversitesi’nin size kattığı en önemli özellikler neler?
İkisinin de yeri ayrı benim için. Önce Sabancı Üniversitesinden başlayayım, Sakıp Bey’in vizyonuyla birlikte çok global perspektifle özenle kurulmuş bir üniversite. 1994 yılında fikir doğuyor daha sonra ‘İdeal üniversite nasıl kurulabilir?’ sorusuyla arama konferansı yapıyorlar. Dünyanın dört bir yanından başarılı akademisyenleri getirip beş sene boyunca ‘Biz nasıl bir Üniversite kurmalıyız? diye tartışıp bir yapı oluşturuyorlar. Sabancı’nın kültürü şu aslında; ‘Neyi nasıl öğreneceğinizi’ öğretiyor. Bana Üniversiteye başlayana kadar, sınavlara dayalı bu sistemde hep ‘doğruyu’ yapmanın iyi olduğu öğretildi. Fen Lisesine de dereceyle girmiştim, başarılı bir öğrenciydim. Ama biz başarıyı; önüne gelen soruyu doğru cevaplamak’ olarak biliyorduk. Oysa öğrenmek hata yaparak sağlanıyor, Sabancı Üniversitesi sizin hatalar yaparak, doğruyu bulmanızı sağlıyordu. Bölüm olarak Malzeme ve Elektronik Mühendisliği okudum, Fizik-Enerji yan dal yaptım. Enerji yan dal yaparken bir dersimize Dünya Enerji Ajansı Başkanı gelmişti. Böyle bir network e bugün girişimci olmama rağmen ulaşmam çok zor. Yine Sabancı’da öğrendiğim bir şey; dünyanın problemlerinin aslında bizim problemlerimiz olduğuydu. Küresel ısınma gibi asıl önemli sorunları veren bir anlayış ve buna çözüm yaratmaya yönelik düşünmenizi sağlayan bir ortam vardı.
Zonguldak Fen Lisesine gitmem ise babamın yönlendirmesiyle oldu; dağılım eğrisine göre Fen Lisesine girersem Üniversite sınavındaki derecemin daha yüksek olacağını saptayıp bu şekilde yönlendirdi. Bu vesileyle girdiğim Zonguldak Fen Lisesinde aldığım eğitim sonunda Türkiye 511.si olmuştum. Zonguldak Fen Lisesi bana çalışmayı öğretti; gerçekten iyi bir üniversiteye burslu olarak girebilmemi sağladı. Bu çok kritik önemde bir şey. Özellikle Anadolu’dan gelen insanların Türkiye’de Global anlamda entegrasyonu olan belli Üniversiteleri benim gibi burslu olarak okumalarını sağlamalarında Fen Liselerinin önemli olduğunu düşünüyorum. Ereğli gibi bu coğrafyanın Paris’i denen bir yerden çıkıyorsunuz, çok tanışık olmadığınız Anadolu’nun her yeri ve kültüründen gelen insanlarla tanışıyorsunuz. Bunun sosyo-kültürel katkısı çok. Ereğlili olmama rağmen yurtta kaldım ve üniversite öncesi bağımsız yaşayabilmeyi öğrendiğim yurt deneyimimin de bana katkısı yadsınamaz.
Üniversite öğrencilerine kendi deneyimleriniz süzgecinde, kendilerini geliştirmeleri için ne tavsiye edersiniz?
Benim gördüğüm iki temel problem var. Birincisi nereye gittiÄŸimizi bilmemek. ‘Gelecekte ne olmak istiyorum, bunun için bugün ne yapmalıyım?’ a çok odaklanıyoruz. Aslında bunun tam tersi olmalı, ‘Bugün ne yapmaktan hoÅŸlanıyorum? O zaman gelecekte ne olmalıyım?’ sorusu daha önemli. Birinci tavsiye bugün ne yaptığımıza çok önem vermek, bugünü boÅŸ geçirmemek ve bugün yaptıklarımızın geleceÄŸin inÅŸasında önemli olduÄŸunun farkında olmak. Ä°kinci problem ise; nereye gittiÄŸimizi somut olarak ifade edemesek de gelecekte nerede yer alacağımızı biraz önceden belirlememiz gereken bir çaÄŸdayız. Dünyanın en iyi üniversitelerinden Harvard’ın, MIT’nin eÄŸitimlerini online olarak alabiliyoruz artık, bu mesele deÄŸil. Siz nereye gideceÄŸinizi belirleyebiliyorsanız ona göre kendinizi geliÅŸtirebilirsiniz. Benim hikayemden örnek vereyim; Sabancı’nın şöyle bir avantajı var, hangi bölümden girerseniz girin sonradan bölüm seçebilir, deÄŸiÅŸtirebilirsiniz. Ben giriÅŸimci olmak istiyordum, bunun için mühendislik okumam gerekiyordu çünkü çağımızda teknoloji üretim sürecine dahil olmanız gerekiyor. Birinci sınıftan itibaren tüm yaz dahil olmak üzere okulun laboratuvarından çıkmadım. Temel motivasyonum giriÅŸimci olmaktı ve ilk yıldan itibaren küfeyi doldurmaya yani öğrenmeye baÅŸladım. Åžanslıydım o açıdan, hocalarımın da baÄŸlantıları iyiydi; ilk makalemi 2.sınıfta çıkardım. MIT ve UCLA’e baÅŸvurmuÅŸtum ve MIT’ye Research Assistant dediÄŸimiz ‘araÅŸtırma görevlisi / staj karışımı bir programa kabul edildim. 5 aylık bu programda bir anda global anlamda rekabetin olduÄŸu bir ortamda bulunma ÅŸansım oldu. Tüm bu hikayeyi topladığım zaman arkadaÅŸlarımla ‘Appsilon’u kurma aÅŸaması da 4.sınıfa geçtiÄŸim dönemdeydi. Baktığımızda nereye gideceÄŸimi biliyordum, nasıl gideceÄŸimle de çok ilgilenmedim aslında, sadece öğrenmeye adadım kendimi. Kısaca verebileceÄŸim tavsiye; ‘Zamanda ne yapıyoruz, ne yapmaktan hoÅŸlanıyoruz?’ bunu anlamamız. Ayrım o noktaya gidiyor aslında, bir iÅŸ yapmanız çok önemli deÄŸil, yapmaktan yüksünmeyeceÄŸiniz bir iÅŸ bulmanız önemli. Nereye gideceÄŸinizi de kestirmeniz lazım çünkü çok seçenek var. Bizim jenerasyonda sürekli kariyerler deÄŸiÅŸiyor, çalışılan ÅŸirketler, alanlar deÄŸiÅŸiyor. Eskiden bu kadar çok seçenek yoktu, bu kadar çok seçeneÄŸin olduÄŸu dönemde geminin nereye gittiÄŸini saptamak o yüzden önemli.
Start-up lar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Japonya 2.Dünya Savaşından sonra kalkınmasını 10 ÅŸirkete borçlu. Yani bu ülkeden on ÅŸirket çıkarabilirsek kaderini deÄŸiÅŸtirebiliriz. Ama bu çok sektörel birÅŸey, Japonya’ya baktığımız zaman, yarı iletkende çok spesifik sektörlerde konumlanmışlar. Türkiye özelinde şöyle bir problemimiz var: bir iÅŸ yapacaksanız önce o ortamın oluÅŸması gerekiyor. ÖrneÄŸin bilimsel bir iÅŸ mi yapacaksınız, bilimsel çalışan insan sayısının artması gerekiyor. Yarı iletken endüstrisinde bir iÅŸmi yapacaksanız; bununla ilgili bir deÄŸer zincirinin oluÅŸması gerekiyor ki siz buna entegre olabilmelisiniz. ÖrneÄŸin oyun sektörü beni çok heyecanlandırıyor ülkemiz açısından. Siz bilgisayarınızdan anında global çapta bir iÅŸ çıkarabiliyor ve milyonlarca insana ulaÅŸabiliyorsunuz. Bu artık sınırların kalmadığı bir dünya. Bu sektörde deÄŸer zinciri, ortamın oluÅŸması falan gibi hiçbir ÅŸeyin önemi kalmıyor. Türkiye böyle bir alan buldu ve heyecan verici bir geliÅŸme. Mesela Peak Games’in exiti (Amerikalı oyun devi Zynga’ya satılması) ile 1.8 milyar dolardan bahsediyoruz. Erdemir gibi bir ilçeye bir ülkeye yeten bir kurumun yarısına yakını, 3 milyar doların altına satıldı. Bunları karşılaÅŸtırdığımızda pazarın büyüklüğünü anlayabiliriz. Cebinizden kurduÄŸunuz sermayeyle 10 yılda 1,8 milyar dolar gibi bir rakam. Konuyu baÄŸlayacak olursak genel anlamda giriÅŸimciliÄŸin özü 21.yüzyılı anlamaktan geçiyor. 20. yüzyılda para kazanmak, deÄŸer yaratmak için gereken ÅŸey parayla yani sermayeyle insan emeÄŸini buluÅŸturmaktı. Fabrika kurup, inÅŸaat yapıp para kazanabiliyordunuz. Ama bugünkü dünyada bilgi üreten kazanıyor. Biz Appsilon olarak elmas üretiyoruz ama ürünü yaratan bilgiyi ürettiÄŸimiz için deÄŸerliyiz diye düşünüyorum. Arkasında yatan ÅŸey; bilgiyi üretebilecek insanları bir araya getirebilmek, o noktada da start up a geliyor.Â
Neden büyük ÅŸirketler bu iÅŸi yapamıyor da giriÅŸimcilerden baÅŸarılı projeler çıkabiliyor?Â
Yemek sepeti, Trendyol gibi çok güzel örnekler var. Bu insanların ortak özellikleri bilgi üretmeye deÄŸer vermesi ve bu üretim sürecini fonlayabilmesi. 21. yy’da sosyal yapıların nasıl deÄŸiÅŸtiÄŸini anlamaya çalışıyor insanlar. Marx’ın teorileri, kapitalizm sosyalizm derken baÅŸka bir yere geldik. GiriÅŸimciliÄŸin özü bir problem çözmek. Öncelikle bir problemin tanımlanması lazım, o probleme çözüm üretebilmek ve bu çözüme para ödeyebilecek insanların var olması gerekiyor. Ben giriÅŸimciliÄŸi şöyle tanımlıyorum: Ölçeklenebilir deÄŸer üretmek. DeÄŸer üretme kaygısıyla giriÅŸimciler hareket ediyor, ama bunu ölçeklemek çok önemli. Â
Sizce bu tarz yeni girişimler devlet tarafından yeterince destekleniyor mu?
Bence devlet elinden geleni yapıyor. ÖrneÄŸin bu bahsettiÄŸimiz oyun ÅŸirketleri için çok ciddi vergi teÅŸvikleri var, serbest bölgelerde konumlanabiliyorlar vs. DiÄŸer tarafta Avrupa BirliÄŸi’nin yatırım fonlarına aktardığı çok ciddi paralar var. Bunlara risk sermayesi fonları diyoruz. Biz Appsilon olarak da Tübitak, Kosgeb gibi kurumlardan çok faydalandık. Siz bugün bir giriÅŸim kurmak isterseniz Tübitak’ın BÄ°GG isimli GiriÅŸimci Destek Programı var. Daha iÅŸe baÅŸlarken 200.000 TL hibe veriyorlar. Benim bildiÄŸim Amerika’da devletin böyle bir desteÄŸi yok genç giriÅŸimciye. Ama Türkiye’de bizim sermaye sınıfımız para kazanma alışkanlıklarını dönüştüremedikleri için para bu yeni giriÅŸimcilere ne yazık ki akmıyor. Yani serbest piyasadaki paraya sahip eller desteklemediÄŸi için bu tür giriÅŸimler büyüme fırsatı bulamıyor. Daha bu hafta baÅŸka bir genç giriÅŸimi Türk Oyun Åžirketi olan Dream Games’in Londra merkezli yatırım fonundan 50 milyon dolarlık bir yatırım aldığını duyduk. Henüz yeni piyasaya sürmüşler oyunlarını ve metriklerim böyle, bu kadar insana ulaÅŸabiliyorum deyince anlayabilen Ä°ngiliz bir yatırımcıyla konuÅŸuyor. İçerideki para baÅŸka bir ÅŸeyden anlıyor, bu tarz teknolojik yatırımlara kapısı kapalı. Türkiye’de bunun dönüşmesi gerekiyor. Buradaki temel sıkıntı da genç jenerasyon, hep Türkiye’de 3 kuÅŸak gidebilen ÅŸirketlerin olmadığı konuÅŸuluyor. Bunun nedeni ÅŸirketlerin kurumsallaÅŸmaması ve kötü yönetilmesi zannediliyor. Hayır, dünya deÄŸiÅŸiyor ve bunu da ne yazık ki sermaye sınıfımız anlamıyor. Ama dünya öyle bir yer ki bunu tanımaz. Önümüzdeki on yılda yine Türkiye’nin zenginleri deÄŸiÅŸecek. Bu yeni teknoloji yeni zenginler çıkartıyor. Teknolojiyi anlayıp ona uyum saÄŸlamış giriÅŸimcilerin sayesinde Türkiye’nin daha iyi bir yere gideceÄŸine eminim. Ama devletin bütün teÅŸviklerine raÄŸmen mevcut sermaye grupları dönüşmekte zorlanıyor. ÖrneÄŸin Devlet melek yatırımcı lisansı diye bir olanağı var. Bu lisansı alan bir sermaye sahibi, bir giriÅŸime yatırım yapıp bunu vergiden düşebiliyor. Ama Türkiye’de bu belgeye sahip bir sürü insan olmasına raÄŸmen yatırım miktarları inanılmaz az. Bu sermaye sınıfının dönüşmesi gerekiyor; belki EreÄŸli’ye de bir mesaj vermiÅŸ oluruz böylece:) Daha çok para sahibi insanların para akışını bilgi üreten insanlara doÄŸru aktarması gerekir ki ülkemiz içinden katma deÄŸer yaratabilecek teknolojik ÅŸirketler çıksın. Yeni dünyada herÅŸey benim olsun diye bir ÅŸey yok. Teknoloji giriÅŸimcilerine yatırım yapıp hisse alırsanız, 5-10 sene sonra bu ÅŸirketler satılınca yine para kazanacaksınız.Â
Peki büyük sermayeye sahip şirketler içinden neden bu tarz projeler, ürünler çıkmıyor?
Girişimlerin ve girişimci ruha sahip insanların ortak yaptığı bir şey var: Hızlı olmak. Belirli hedeflerimiz oluyor ve bu hedeflere ulaşmak için içinde bulunduğumuz ortamda hız çok önemli, yoğunluğu, stresi çok farklı. Büyük bir şirketin içinde değil bir inovasyon yaratmak herhangi bir fikri gerçekleştirmek için aylar geçmesi gerekiyor. Büyük şirketlerin işe alım süreçleri bile altı ay sürüyor. Bu yavaşlığın içerisinde tren kaçıyor. Biz Appsilon olarak elmas yapıyoruz ama dünyada 7 firma daha bunu yapıyor. Ben yavaş kalırsam onlar beni geçer. Ben uzaktan takip edebildim ama Türkiye’de bunun çok örneği var; yeni girişimciler şirketlere ürün satmaya gidiyorlar. Bu şirketler fikri görüyor ve biz bunu içeride yaparız diyor, ellerindeki üç yazılımcıyla bunu yapmaya çalışıyorlar. Bugüne kadar başarılı olanını görmedim. Çünkü aradaki en büyük fark şirketlerde çalışanlar bu işi başarmaya çalışıyor ama start up larda motivasyon farklı hisse dağılımı var o işin ortağı oluyorsun. Bilginin üretim sürecinde kazanılan değerlerin paylaşılması gerekiyor. Ayrıca hiyerarşik yapı hızı azaltıyor. Üzerine bir de bir şeyi biliyorsanız, hata yaparak öğrenmişsinizdir. Girişimcilik dünyasında hata yap=öğren sistemi var. Ama şirket sizin hata yapmanıza izin vermiyor ki başarılı olasınız. Hata yaptığınız zaman koltuğunuzdan olma riski var. Bu problemi aşmak için şirketlerde bana göre kuşak geçmesi gerekiyor. Ama bir sonraki kuşakta şimdiki teknolojik fırsatı yakalayabilecek miyiz, bundan da emin değilim. Ben pozitifim ama bugünkü durumu da doğru belirlemek gerekiyor ki 10-20 yıl sonra biz nerede hata yaptık dendiğinde söyleyecek bir durum tespitimiz olsun.
Kurucuları arasında olduÄŸunuz giriÅŸiminiz Appsilon’dan bahsedebilir misiniz?Â
Appsilon olarak laboratuvar ortamında elmas üretiyoruz. Doğadaki maden üretimini laboratuvar ortamında mimikliyoruz yani taklit ediyoruz. Buzdolabındaki bir buzla Antartika’dan getirilen buz gibi düşünün. İkisi de buz, ikisinin de işlevi aynı ama birini siz evinizde daha hızlı bir sürede üretiyorsunuz. Bizim de yaptığımız işin temeli elması laboratuvar ortamında büyütmek. Appsilon, Şubat 2017’de kuruldu, ilk yatırımımızı da Mart 2017’de aldık. Bizim ürettiğimiz ürün dışında ön planda olan şey birlikte çalıştığımız arkadaşlarımız, ekibimiz. Yarın başka birşey yapsak da aynı ekiple başarılı olabileceğimize eminim. Bugüne kadar bizim resmi olarak aldığımız yatırım miktarı 2.7 milyon euro. Bu yatırım tamamı Ar-Ge ye gitti. Laboratuvarda bu elmasın üretilmesi 1. aşama, 2.aşama olarak çoklu üreteceksiniz. Daha sonraki aşamada ise ölçeklenebilir şekilde belli karlılıkla üretmek gerekiyor. Bizim dört senemiz bu şekilde geçti. Bu hikaye içinde 17’ye yakın Savunma Sanayisi projesine prototip verdik. Orada ölçeklemeyi denedik. Elmas denilince aklınıza sadece mücevherde kullanılan değerli taş gelmesin. Ayrıca dünyanın en iyi ısı ileten malzemesi çünkü en yakın rakibinden beş kat daha iyi ısı iletiyor. Evdeki bilgisayarınız örneğin ısındığı zaman nasıl yavaşlıyor, bir radar sistemi hayal edin ısındığı zaman nasıl yavaşlayacak. İşte elmas bunu engellemek için heat spreader dediğimiz ısı iletici bir hammadde. Türkiye olarak çok uzağız şu an ama Merkel bir ay önce ‘Almanya olarak 2 milyar dolara iki adet Kuantum bilgisayarı alacağız.’ diye açıklama yaptı. Avrupa ülkeleri buna yatırım yapmaya başladı. Oda sıcaklığında çalışan bir kuantum bilgisayarı yapmak istiyorsanız kullanabileceğiniz tek malzeme elmas. Onun dışındaki sistemlerin hepsinde ilk bilgisayarlardaki gibi oda boyutunda soğutuculara ihtiyaç duyuluyor. Appsilon olarak biz de ölçeklenebilir bir aşama gösterdik. Ve bundan sonra da daha çok ne kadar üretebiliriz seviyesindeyiz artık. Elması spesifik uygulama araştırma projelerine de veriyoruz aynı zamanda geleneksel iş olarak satılan elmas ürünümüz de var. B2B kanalda büyük firmalara elması tedarik ediyoruz diyebilirim.
Ekibiniz biraz daha tanıyabilir miyiz?
Yıl sonunda tam zamanlı çalışan 30 kiÅŸi olacağız. Ama biz burada bilgi üretiyoruz. Etrafımızda birlikte çalıştığımız akademisyenler var, avukatlarımız var yani 30 kiÅŸiyi aÅŸan daha geniÅŸ bir ekosistemden bahsediyoruz. Genç bir ekip olmamızın en önemli avantajı çok hızlı öğrenebiliyoruz. Yaptığımız iÅŸ teknolojiyi geliÅŸtirmek olduÄŸu için bizim iÅŸimiz ülke olarak hiç yapılmamış ve tanışık olmadığımız bir ÅŸey. Ben de bilmiyordum. Sadece teknik anlamda deÄŸil, satış pazarlaması, fonlaması dahil hiçbir ÅŸey bilmememize raÄŸmen çok hızlı öğrenen bir ekibiz en büyük avantajımız bu. Aynı zamanda genç olduÄŸumuz için az deneyim sahibiyiz ama ekibimizde yaÅŸtan bağımsız çok deÄŸerli arkadaÅŸlar var. ÖrneÄŸin Gökay Amerika’da dünyanın en iyi hızlandırma programlarından biri olan Techstar’a kabul olan ilk Türk GiriÅŸimcisi mesela. O zamanlar yeni geliÅŸmekte olan beacon teknolojinin ticarileÅŸme aÅŸamasında çalışmış, bu teknolojiyi Las Vegas’taki bütün otellere satmış. Ä°lk ÅŸirketini daha 19 yaşında Sabancı ortaklığıyla kurmuÅŸ. Åžu an o ÅŸirket Türkiye’nin en büyük 500 yazılım ÅŸirketinden biri. En yaÅŸlımız da o, henüz 1989 doÄŸumlu. Son olarak aramıza bir hocamız daha katıldı, yaÅŸ skalamız bir tık yükseldi ama ÅŸu an 60+ ve 30’dan aÅŸağı bir ekibimiz var. CTO’muz Taylan dünyada ilk grafen bazlı OLED Ekranı geliÅŸtirilmesinde çalışmış, bunun grafenlerini sentezlemiÅŸ, Samsung’tan, LG’den daha iyi ekran yapıp bunun makalesini yayınlamış. DiÄŸer bir arkadaşımız Mehmet 25 yaşındayken Alman Firmasının kurduÄŸu bir Melek Yatırım Ağının başına geçiyor. Sonra Almanya’ya, Hollanda’ya gidip fonlarda çalışıyor. Mesela onu da Hollanda’dan transfer ettik. Bu insanlar genç insanlar, benim tecrübem onlara göre çok daha azdı ama baktığımız zaman ekibimizde yaşına göre çok tecrübeli insanlar var ve hepimiz çok hızlı öğreniyoruz.
Biraz bahsettiniz ama elmasın diğer kullanım alanlarından da bahsedebilir misiniz?
Ham elmasın baÅŸka özelliklerini kontrol edebildiÄŸiniz zaman Kuantum bilgisayarlarda kullanılabildiÄŸinden bahsetmiÅŸtik, bunun dışında optik mercekler, elektronik devre gibi alanlarda kullanılabiliyor. Appsilon olarak bizim temel motivasyonumuz bir malzeme ÅŸirketi olmak ve bu malzemeyi en iyi ÅŸekilde dünyada kontrol eden olmak. Silikon wafer gibi elmas wafer üretiyoruz, bunları da diÄŸer üreticilere satarken aynı zamanda Elektronik endüstrisi, Savunma Sanayi veya Kuantum AraÅŸtırmaları gibi yerlere de ürünler veriyoruz. Pazar hedefimiz Türkiye deÄŸil %99 ihracat yapıyoruz, çok küçük bir bölümü Türkiye’de sadece kuyum sektöründe elması kesici uç yapan firmalara tedarik ediyoruz.Â
Gelecekte nerelerde kullanılmasını öngörüyorsunuz?
Öngörmekten ziyade araştırmalar başladı. Bizim merkezimiz Delft/Hollanda’da. Orada dünyanın ilk kuantum internetini yaptılar. İki şehir arasında ilk kez kuantum internet kullanıldı. Bu elmas teknolojileriyle mümkün olabilecek birşey. Veya gelecekte GPS’in yerini alabilecek uygulamalarda kullanılacak. Şöyle bakmak lazım aslında: Silikon Vadisi diyoruz ya bugün elektronik endüstrisi çipler vs., buraya ve bu teknolojiye ismini veren silikon kumdan yapılan bir malzeme. Bu 1939 yılına kadar bir elektronik devrenin parçası olarak kullanılmamış. İnsanlık tarihi boyunca var olan bir malzeme ancak insanın teknolojik gelişimine 1939 yılında katılmış. Sonra intel geliyor, Apollo, Amerika Savunma Sanayisine girmesi derken bugün siz Facebooktan bilgisayarlardan bahsedebiliyorsanız bu silikonun kullanımı sayesinde çünkü bu bilgisayarların temel kullanım malzemesi silikon. Elmas da böyle bir malzeme. İnsanlığın silikondan çok daha büyük bir yerlere gelme şansı var ve bu elmasın teknolojide kullanımı sayesinde olacak. Bu ne kadar yıl alacak ne kadar paraya mal olacak, kimler yapacak belli değil ama insanlığın hayatını kritik anlamda silikon gibi değiştirebilir bir malzemeden bahsediyoruz. Bu nasıl olabilir? Belki afaki olacak ama elektirkli araçların şarj teknolojisinden bir örnek vermek isterim. Bu konuda geliştirilen çiplerin malzemesinin Silikon carbide olması sayesinde 30 dakikada şarj olan araçlar var olmaya başladı ama siz elmas kullanırsanız mesela bu süreyi çok ciddi biçimde kısaltacak elektronik devreler üretebilirsiniz. Ama şu an bunu yapabilmek için sektöre en azından 10 milyar dolar para yatırılması gerekiyor, bunu bilemiyoruz. Bunun gibi yeni bir çok alan doğmakta ve doğmaya devam edecek.
O zaman elmas için Geleceğin Teknolojisinin Hammaddesi diyebilir miyiz?
Kesinlikle. Zaten periyodik tabloya da bakacak olursanız, karbon, silikon germanyum diye gidiyor. Aynı hatta karbon atom numarasıyla beraber en başta yer alıyor. İnşallah karbonun bu malzemelerin yerini aldığı dönemleri göreceğiz. Ama tabii bunlar bebek adımları henüz, bu teknolojinin çok gelişmesi gerekiyor.
Sizce bu tarz ürünlerin doğa dışı yollardan üretilmesiyle birlikte ileride değersizleşmesi mümkün müdür?
Benim kişisel fikrim; sektörü komple değiştirebilecek bir şeyden bahsediyoruz. Doğal yöntemlerle 2017 yılında elmas madenlerinden 150 milyon karat elmas çıktı. 2020 yılında 110 milyon karata düştü. Çünkü elmas madenlerinin kalitesi gün geçtikçe azalıyor, çıkarma maliyetleri artıyor ve insanlar bu madenleri kapatma noktasına geliyor. Üretim arzı azalmaya başlıyor ama talep hep var. Bu denge arasında bence müşterinin talebi ülkeler bazında farklı olsa da gün geçtikçe bizim ürettiğimiz elmasa doğru kayacak. Amerika’daki araştırmalarda genç jenerasyonun %80’i kaynağı maden olmayan elması almak istiyor. Çünkü doğa dostu, çevreye ve insanlığa zararı yok. Fiyat avantajı da var. Türkiye’de duymuyoruz ama Amerika çalkalanıyor, bütün Oscar törenlerinde artık bizim gibi lab grown elmaslar kullanılmaya başlandı. Emma Watson, Penelope Cruz, Meghan Markle de sadece bunlardan kullanıyor, etik bir duruşu var çünkü. Bizim Amerika’daki rakibimiz Diamond Foundry ilk olarak 120 milyon dolar yatırım aldı. Yatırımcılarından biri de Leonardo di Caprio. Piyasa eninde sonunda dönüşecek ama Türkiye’ye ne zaman gelir bilemiyorum.
Fortune 40 Under 40’ta ilk isminizin geçtiğini duyduğunuzda ne hissettiniz?
Benim için en önemli kısmı Appsilon’un gurur verici iÅŸler yaptığı için takdir edilmesi oldu. Ve Appsilon bence gerçekten takdir edilecek bir ekiptir.Â
BaÅŸka giriÅŸim fikirleriniz de var mı?Â
Şimdilik tek odak noktam Appsilon. Buradaki görevimi tamamlamadan hiçbir şey düşünmek istemiyorum. Böyle girişimler belli bir yere geldikten sonra kıpırdanmalar başlayabilir ama bunu yol gösterecek. Sokrates’in güzel bir lafı var: ‘Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.’ diye. Gerçekten hayat böyle birşey. Girişimciliğe başladığım günlerde her hafta başı dünyanın en güzel planlarını yapıyordum, Cuma günü geldiği zaman bu planların hiçbir işe yaramadığını anlayıp Pazartesiye yeni bir plan üretiyordum. Bu dinamik aslında benim tarafımdaki heyecanlı kısım.
Siz Türkiye’nin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Nelere ağırlık verilirse daha güzel bir gelecek bizi bekler sizce?
Pozitif olmamız gerekiyor. Dünya olarak zor bir dönemden geçiyoruz. Gençlerin bu sorunları bir şekilde çözeceğine inanıyorum. Babama sağlanan imkanlar ve bana sağlanan imkanlar çok farklı.Babam da devlet tarafından 80’lerde yatılı okudu, bugün ben Zonguldak Fen Lisesinde yatılı okudum. Sabancı Üniversitesi gibi global anlamda eğitim alabileceğiniz burslu okunabilecek üniversiteler daha önce yoktu. Ülke olarak pozitife doğru gittiğimizi düşünüyorum. Ama temel hikaye kim neyi yapacak kurgusu. Sizlerin çocuklarının birşey yapma motivasyonu olması gerekiyor. Beni en çok üzen şey insanların o pozitif tarafından koparak negatife dönüp motivasyonunu kaybetmesi. Tek bir şansımız var o da bir şeyleri yapabileceğimize gerçekten inanmak. Ondan sonrasının geleceğine inanıyorum. Bugün Ereğli’den çıkan Buğra iyi kötü bir girişim sahibi uluslararası arenada yer edinmiş biriyse bu Cumhuriyet’in kazanımları sayesinde oldu. Gençlere neden yapamayacağını anlatmak yerine nasıl yapabilecekleri hakkında destekleyip motivasyonunu sağlayabilirsek daha iyi olur. Türkiye’de benim en negatif bulduğum olay mesela biri gelip size bir fikir anlatınca ‘Ya o öyle olmaz’ deniyor. Onun yerine senin neye ihtiyacın var bunu yapmak için diye sormak lazım. Eğer yeteri kadar derin düşündüyse ihtiyaçlarını çıkarmıştır. Eğer yeteri kadar düşünmediyse bu soruyla düşünmeye başlar. Doğru desteklersek genç jenerasyon başaracaktır diye düşünüyorum.